Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e yalan nisbet etme fazîhası pek çok hadîste temas edilerek şiddetle yasaklanmış bir husustur. Lafzan mütevâtir hadîslerin en başında yer alan: “Kim bile bile bana yalan isnad ederse ateşteki yerini hazırlasın” hadîsi bu hususu göstermeye kâfidir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kendisi hakkında söylenecek yalanların başka çeşit yalanlara benzemediğine, bunun cezasının çok daha büyük olacağına da dikkatleri çekmiştir. Sahiheyn’de gelen bir rivayet aynen şöyle:
“Benim hakkımdaki yalan, bir başkasının hakkında söylenen yalana benzemez. Kim bile bile bana yalan nisbet ederse ateşteki yerini hazırlasın”.
Bir diğer hadîs de şöyle:
“Her kim yalan olduğu bilinen bir sözü benden rivâyet ederse, o yalancılardan biridir”.
Şu halde, böylesi nebevî uyarılar varken gerçek mü’minlerin, bile bile Resûlleri (aleyhissalâtu vesselâm) hakkında hadîs uydurmaları çok uzak ihtimaldir. Hele Sahâbe gibi İslâmın en küçük bir meselesi için hayatını ortaya koyan, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın tek bir hadisinde düştüğü tereddüdü izâle için bin bir zahmetle dolu günler, haftalar, aylar süren seyahati göze alan, gerçek ve kâmil mânâdaki mü’minlerden bunu beklemek çok daha uzak bir ihtimaldir. Nitekim, sahabîliği kesinlikle bilinen birisinin kizb ala’r-Resûl fazîhasına tevessül ettiğine dair hiçbir rivâyet gelmemiştir. Ashab arasında çıkan dahilî kavgalara rağmen, hiçbiri diğerine böyle bir itham yöneltmemiştir. Çünkü vâki değil; çünkü Ashab (radıyallahu anhüm ecmain)’ın tamamı bilâ istisna udûl’dür, adâlet sâhibidir.
Hadîs uydurma işi, fitne hadiselerinin çıkmasından sonra, daha Sahâbe’nin sağlığında başlamıştır[1]. Nitekim daha önce de kaydettiğimiz, İbnu Sîrin’e ait bir rivayeti, konumuzla olan alakası sebebiyle, bir kere daha hatırlatacak olursak vaz’ın başlangıcıyla ilgili bir fikir edinebiliriz.: “İlk zamanlarda halk isnâd sormuyordu. Ne zaman ki, müslümanlar arasında fitne patlak verdi o zaman, hadîs rivâyet edeni sorup, sünnet ehlinden olanların rivayetlerini alıp, bid’at ehlinden olanların rivayetlerini terketmeye başladılar”. Müslümanlar, Üçüncü Halîfe Hz. Osman (radıyallahu anh)’ın şehadetiyle başlayıp, Cemel, Sıffin harpleri, Hz. Hüseyin’in şehadeti (Hicrî 61), Abdullah İbnu’z-Zübeyr Vak’ası (hicri 64) vs. şeklinde devam eden dahili kavgaların hepsine “fitne” demiştir. Hadîs uydurma işi bunlardan hangisiyle birlikte başlamıştır. İbnu Sîrîn hangisini kasdetmiştir? Bunu kesinlikle iddia etmek biraz zordur. Bu sebeple hadîs vaz’ına temas eden Nevevî, Suyûtî gibi kadîm İslam müellifleri bu meseleyi “Şu tarihte başlamıştır” diye rakama bağlamaktan kaçınırlar. Yenilerin iddiası da zandan, tahminden öte bir değer taşımaz.
Ancak şurası kesin gözükmektedir ki, vaz’ (uydurma) faaliyetlerinin başka sebepleri olsa da sonradan şia hareketlerine dönüşecek olan dahili fitne bu sebeplerin başında yer alır ve belki de birincisini, ilkini teşkîl eder.
Sahâbe’nin büyük bir titizlikle girmekten sakındığı bu hadiseler esas itibariyle sonradan müslüman olanlar tarafından tezgâhlanıp, tahrîk edilmekte idi. Her hizip kendi taraftarlarını haklı göstermek için onların lehinde, muhalif taraftarı da haksız ve kötü göstermek için aleyhlerinde hadîs uyduruyordu. Bu işte baş çeken, Yemenli ve Yahudîlikten dönme olan Abdullah İbnu Sebe idi. O, hilâfet hakkının, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın vefatından sonra Hz. Ali’ye ait olduğunu iddia ediyor, diğerlerini, haksız, gâsıb ilân ediyordu. Demek ki bu faaliyetler daha Hz. Osman’ın sağlığında başlatılmış olmakta idi.
Şüphesiz, ilk hadîs uydurma işi şi’a tarafından başlatıldığı gibi, ilk uydurulan hadîsler de Hz. Ali (radıyallahu anh)’in şahsıyla, onun tebcîliyle, tafdiliyle ilgili idi. Bu hususu bizzat, şiî müellifler de te’yid etmektedir. Nitekim şiîlerce mutemed kabûl edilen Nehcü’l-Belâğa şârihi, İzzü’d-Dîn Hîbetu’llâh İbnu Ebi’l-Hadîd (v.665/ 1257) aynen şöyle demiştir: “Bil ki, fazîletler ile alâkalı yalan hadîslerin aslı şi’a cihetinden gelmiştir. Onlar bidâyette imamların hakkında muhtelif hadîsler vazetmişlerdir. Onları hadîs uydurmaya sevkeden âmil, hasımlarının düşmanlığı idi… Ne zaman ki, Bekriyye, şi’a’nın bu faaliyetini gördü, onlar da kendi imamları hakkında şi’a’nın hadîslerine mukâbil başka hadîsler vazettiler”.
Böylece şi’a tarafından açılan bir fitne gediğinden, yâni hadîs uydurma kapısından, sünnîsi, zâhidi, fakîhi, zındığı, tüccarı, kavmiyetçisi vs. her çeşit meşreb, mezhep ve îtikâda mensup insan girecek, İslamı tahrîb vâdisinde yol alacaklardır.[2]
Hadis uydurma girişimlerinin başlangıcını Hz. Peygamber (s.a.s.)’in zamanına kadar çıkaranlar varsa da; çoğunluk, Hz. Osman (r.a.)’ın şehid edilmesini takib eden olaylar sonucu oluşan grupların, hadisin otoritesinden kendi görüşleri lehine yararlanmak istemelerine bağlamaktadır. Gerçekten Sahabe asrının sonu kabul edilen Büyük Tabiîler devri, çeşitli grup ve mezheplerin ortaya çıktığı, dikkatsiz ve samimiyetsiz hadis öğrencilerinin artmaya başladığı bir dönem olmuştur. Hadis uydurma girişimini ilk başlatanlar Şîa, Hadis uydurma hareketlerinin doğduğu çevre de Irak olmuştur.[3]
Hiç şüphesiz, Allah Rasulü (s.a.s) adına, ancak gerçek anlamda mü’min olmayan, Allah’dan hakkıyla korkmayanlar hadis uydurmuşlardır. Gönüllerinde İslâmın yer etmediği şahıslar hiç çekinmeden meşrep, mezhep ve keyiflerine göre hadis üretmişlerdir. Bütün bu menfi durumlara rağmen, Sahabe, Tabiun ve sonraki devir muhadislerince uydurmalar sahih hadislerden tek tek ayıklanmıştır. Uydurulmuş hadisleri bir arada toplayan pek çok kitap da yazılmıştır.[4]
Hadis uydurma hareketi bilhassa siyasi olayların hız kazandığı Cemel, Sıffin, Nehrevan gibi fitnenin kaynadığı dönemde çıkmaya başlamıştır. Hadislerin o güne kadar geniş çaplı bir yazıma tabi tutulmamış olması da hadis uydurmak isteyenlerin işine yaramıştır. Siyasi olaylar sebebiyle bloklara ayrılmış olan İslâm cemaati, tuttuğu tarafın lehinde hadis uyduranlarla karşı karşıya kalmıştır. Meselâ Sıffin olayında Hz. Ali tarafını tutanlar arasında bulunan aşırılar Hz. Ali’nin faziletiyle ilgili hadisler uydururken; Muaviye’nin kötülenmesiyle ilgili hadisler uydurmayı da ihmal etmemişlerdir. Buna karşılık karşı cephede yeralanlar. Muaviye’nin faziletiyle ilgili hadisler uydurmuşlardır.[5]
İslâm aleminde bilhassa Irak bölgesi, o dönemde, hadis uydurma konusunda çok ileriye gitmiştir. İslâm aleminin her tarafında hadis uyduranlar bulunduğu halde Irak’ta bunu sanat ve alışkanlık haline getirenler olmuştur. Buna dayanan Hz. Aişe;
-Ey Iraklılar, Şamlılar sizden hayırlıdır. Allah Rasûlünün Ashabından kalabalık bir topluluk onlara gitti ve bize bildiğimiz şeyleri rivayet ettiler. Yine Rasûlullah’ın ashabından bir topluluk size vardı, ama siz bize bildiğimiz ve bilmediğimiz şeyler rivayet ettiniz, demiştir.[6]
Iraklılardan bir cemaat, kendilerine hadis rivayet etmesi için Abdullah b. Amr b. el-Âs’a geldiler. Abdullah onlara:
“Iraklılardan öyle bir kavim vardır ki yalan söylüyorlar. Yine yalan söylüyorlar ve maskaralık ediyorlar” demiştir.[7]
Bunlar, bu hareketin ne derece tehlikeli boyutlara ulaştığının göstergesidir. [8]
Mevzu hadislerin ne zaman ortaya çıktığını kestirmek güçtür. Bu konuda söylenebilecek tek söz bu işi ilk başlatanların sahabiler olmadığıdır. Şu da var ki Hz. Osman’ın şehid edilmesinden sonra başlayan ihtilaflar hadis uydurma hareketinin başlamasına yol açan en önemli sebeptir. Bu mühim sebebe İslam düşmanlarının faaliyetleri de eklenirse hadis uydurulmasına başyangıç teşkil eden sebeplerin büyük kısmı açığa çıkmış olur. Bilinen tarihi bir gerçektir ki, İslam düşmanları Hz. Peygamber zamanında Cehab-ı Hak vahiy gönderip yalanlarını açığa çıkardığı için seslerini kısmak zorunda kalmışlardı. Hz. Peygamber’in ölümüyle vahiy kesilince kısa zamanda müslümanlar arasında ikilik çıkarmaya muvaffak oldular. Üçüncü Halife Hz. Osman’ın şehit edilmesiyle başlayan olaylar İslam birliğini parçaladı. Hz. Ali devrinde yapılan Sıffin Savaşından sonra müslümanlar başlıca üç guruba ayrıldılar.
1) Hariciler (Havaric): Hz. Osman’ın şehid edilmesini; Sıffin Savaşındaki hakem olayını bahane ederek Hz. Ali’ye karşı çıkanlardır. Bunlar, Hz. Ali’yi tekfir edecek kadar ileri giderek sonunda onu şehid ettiler.
2) Şia (Hz. Ali taraftarları): Hz. Ali, Peygamber’in damadı, amcasının oğlu, dindar, yiğit, alim bir kimseydi. Bu meziyetleriyle sahabe arasında önemli bir yeri vardı. Bazı kimseler onun Kureyş’in Haşim oğulları koluna mensup olmasını da hesaba katarak halife olmasını istediler. Sıffin Savaşından sonra İslam Dini’ni içinden yıkmak için çalışan münafıklarla Yahudilerin tesiriyle, bu isteği ileri götürenler oldu. Bunlar önce Hz. Ali’nin Hz. Peygamber tarafından vasi tayin edildiğini ileri sürdüler. Sonra daha ileri giderek onunla ilgili itikad esasları uydurdular. Hz. Ali adına uydurulan itikad esasları içinde onu tanrı derecesine yükselten sapık fikirler bile vardır. Zamanla Hz. Ali fikri etrafında toplananlara Şi’a denilmiştir.
Şi’aya mensup olanlar, aralarına sızmış bulunan İslam düşmanlarının tesiriyle kendilerini destekleyecek yollara başvurarak hadis uydurma yoluna gittiler. Buna göre İslam Tarihinde ilk hadis uydurma işini Şia’nın başlattığı söylenebilir. Hz. Ali’yi olağanüstü vasıflarla öven, Hz. Muaviye ve Emevileri yeren hadislerin hemen hepsi Şia’nın uydurmasıdır.
Hz. Ali taraftarları onun lehine, Emeviler ve Hz. Muaviye aleyhine hadis uydurunca karşı taraf da aynı yola baş vurmakta gecikmedi. Her iki tarafın uydurduğu hadislerin sayısı bir hayli fazladır.
Emevilerden sonra İslam alemine hakim olan Abbasiler devrinde de hadis uydurma işinin devam ettiği görülür. Şu hale göre hadis uydurma işinin başlayıp devam etmesinde Şia’nın büyük etkisi olmuştur.
3) Cumhur (Tarafsız Müslümanlar): Çoğunlukla Hz. Ali veya Hariciler tarafını tutmayanlardır. Tarafsız olan bu gurubun içinde başka sebeplerle hadis uyduranlar –az da olsa- çıkmıştır.
Bu kısa bilgi bizi hadis uydurma işinin Şi’a tarafından başlatıldığı, diğerlerinin onların açtığı çığırdan yürüdükleri sonucuna götürmektedir. Nitekim Şi’a taraftarı bir alim bu gerçeği şöyle anlatır: Bil ki fedail (bir kimsenin faziletleri) konusundaki yalan hadislerin aslı Şi’a tarafından gelmiştir. Onlar başlangıçta imamları hakkında çeşitli hadisler uydurmuşlardır. Onları hadis uydurmağa iten sebep hasımlarının düşmanlığı idi. Diğerleri bu faaliyeti gördükleri zaman, Şi’a’nın uydurma hadislerine karşılık onlar da kendi imamları hakkında başka hadisler uydurdular.”
Şia tarafından başlatılan hadis uydurma işi yukarıda değindiğimiz gibi daha sonraları alabildiğine devam etti. Bu arada hadis uydurma sebepleri arttı. Başlangıçta yalnız siyasi maksatla hadis uydurulduğu halde sonraları kabile, milliyet, dil, ülke, mezhep, mezhep imamları konularında da hadis uydurulduğu görüldü. Bütün bu sebeplere müslümanları ibadete teşvik etmek; heyecanlı va’zlarla halkı coşturup dünyalık elde etmek, halife ve valilerin gözüne girmek gibi sebepler eklenince hadis uydurma faaliyeti daha yaygın bir şekil aldı. [9]
[1] Aliyyu’l-Kâri, el-Esrâru’l-Merfü’a’da “Kim bana yalan isnad ederse” hadîsinin muhtelif vecihlerinden 102 adedini kaydeder. Bunlardan bazıları, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın sağlığında, bir kimsenin evlenmek istediği bir kızı alabilmek için, kızın ailesine giderek: “Beni Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) gönderdi. İstediğin kadınla evlenmemi emretti…” mahiyetinde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) adına yalan söyler. Kızın ailesi, meseleyi tahkik edince yalan söylediği anlaşılır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu herifi idama mahkûm etmek ve lâşesini de yaktırmak suretiyle cezaların en şiddetlisini verir. Belki de bu ibretâmiz cezanın te’siriyle, hiçbir münafık Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hakkında yalan uydurmaya cesâret edemez. Aliyyü’l-Kâri farklı şekillerde gelen rivâyetler özde birleşirler. Aynı hâdiseyi anlatmış olmaları kuvvetle muhtemel gözüküyor. (İbrahim Canan) [2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/138-140. [3] Sıbâî, Es-Sünne ve Mekânetühâ fi’t-teşrii’l-İslamî, Beyrut 1985, s. 79. [4] Sabahattin Yıldız, İsmail Kaya, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/178. [5] Suyûtî, el-Leâli’l-Masnûa: 1/323, 286. [6] İbn Asâkir, et-Tarihul-Kebir: 1/69. [7] İbn Sa’d, et-Tabakât: 4/267, 268. [8] Sabahattin Yıldız, İsmail Kaya, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/179. [9] Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 47-48.