Hadis Usulü

HABER Hadis İlminde Haber Hadis Usulü Online Oku

HABER:

 

Hadîs mânâsında kullanılan kelimelerden bir
diğeridir. Haber de geçmişten bir nakli ifâde eder, tıpkı hadîs gibi. Lügat
yönünden mânanın aynı olmasına rağmen, çoğunlukla tarihî hâdiselerin nakline
haber, Hz. Peygamber’le ilgili nakillere hadîs denmiştir. Ahbârî de tarihçi
demektir. Şu halde, hadîs ve haber kelimeleri husus-umum münâsebeti
içindedirler: Her hadîs bir haberdir, ancak her haber hadîs değildir.[1]

Birşey veya konu hakkında aktarılan bilgi.
Çoğulu “ahbâr” gelir. Kur’an-ı Kerîm’de, Tebük seferine çeşitli bahanelerle
katılmayanlar hakkında inen şu ayette sözkonusu kelime çoğul olarak geçmektedir:
“Münâfıklar (savaştan) döndüğünüz vakit sizden özür dilerler. De ki, özür
dilemeyin! Size asla inanmayacağız. Allah bize haberlerinizi açıkça
bildirmiştir.”
(et-Tevbe: 9/94). Nitekim Allah’ın sıfatlarından olan ve
herşeyden haberdar olan manasına gelen “Habîr” sıfatı da aynı kökten gelir.

Hadis ıstılahı olarak haber kelimesi birkaç
manada kullanılmıştır. En yaygın ve kabul gören tanımı;”hadis” terimiyle eş
anlamlı olarak kullanılmış ve Hz. Peygamber’in hadislerine “haber” denmiştir. Bu
tarif özellikle Horasan hadisçilerinin tarifinden biraz farklı olup, onlar,
sahabe ve tâbiinden gelen rivayetlere “eser” ismini vererek iki kelime arasında
ayırım yapmışlardır.[2]
Fakat yukarıda da belirtildiği gibi, bu iki terimi, birbirine benzeyen luğat
manasının yanında, râvilerin bizzat Hz. Peygamber (s.a.s)e ulaşan hadisleri (merfû)
nakletmekle yetinmeyerek, ayrıca sahabeye dayanan (mevkuf) ve tâbiîn’e varan
(maktu’) nakillerle de meşgul olduklarını göz önüne alarak, hadisçilerin büyük
çoğunluğu, her türlü rivayeti ihbar manasında kullanmışlardır. Bu duruma göre
“hadîs”e, “haber”; “haber”e de “hadîs” demekte bir sakınca yoktur.[3]

Buna karşılık hadis ile haberi farklı manada
kullananlar da olmuştur: Bunlara göre de, “hadis” sadece Hz. Peygamber’e ait “merfû”‘
rivayetleri; “haber” ise Hz. Peygamber’in’ hadîsleri dışındaki (mevkûf ve
maktu’) rivayetleri ifade eder. Bunun içindir ki, hadisle meşgul olanlara “muhaddis”
dendiği halde, tarih, hikâye veya kıssa ile uğraşanlara “ihbarî” denmiştir. Bu
izahların yanında “iki kelime arasında umum, husus, mutlak farkı vardır. Her
hadis haberdir; Fakat her haber hadis değildir” şeklinde izah edenler de vardır.[4]
Buna mukabil “Sadece sahabe ve tabiinin sözlerine eser denmesi doğru değildir;
zira mevkuf ve maktu “haberler içinde merfû sayılan rivayetler vardır” gerekçesi
ile bu ayrıma karşı çıkanlar vardır.[5]

Genel olarak haberleri ikiye ayıran usûl ve
kelâm alimleri, bunlardan birincisine “mütevâtir” ikincisine ise “âhâd” haberler
ismini vermişlerdir. Haberlerin bu şekildeki taksimi, o haberlerin rivayet
şekline ve râvîlerine göre yapılmıştır.


Mütevâtir Haberler:

Mütevâtir kelimesi, arkası kesilmeksizin, birbiri peşi sıra gelmek, birini takib
etmek manasına gelen “tevâtür” fiilinin ism-i fâilidir. Arapça’da “vetertil’l-Kütübe”
dendiği zaman, “birbiri ârkasına mektup gönderdim” mânâsı kasdedilir. Fakat bu
gönderme işinde biraz fâsıla veya fetret olduğu da kesindir. Yani “mütevâtir”
kelimesi, sürekliliği veya hiç kesintisizliği ifade eden “muvâsele” veya “müdâreke”
kelimelerinden bu yönüyle ayrılır. Meselâ “vetere’s-savme” denildiğinde, bu
orucun gün aşırı veya iki günde… bir tutulduğu anlaşılır. Nitekim Allah (c.c),
“Sonra birbiri arkasına peygamberlerimizi gönderdik” (el-Mü’minin: 23/44)
ayetinde, peygamberlerini arka arkaya gönderdiğini bildirmiş ve kelime olarak da
mütevâtir kelimesinin diğer bir türevi olan “tetrâ”yı zikretmiştir. Buradan da
anlaşıldığı gibi, bu kelime “arka arkasına gelmek” manasına gelirse de, ayetteki
ifade edilen peygamberlerin gönderilişi gibi; arada fasılaların da olduğunu
anlatır.[6]

Hadis ıstılahı olarak mütevâtir kelimesi, hemen
hemen tüm usul kitaplarında şöyle tarif edilir: “Yalan üzere birleşmeleri aklen
ve adeten mümkün olamayacak kadar çok kimsenin; senedinin başından sonuna kadar
birbirinden rivayet ettikleri hadis”[7]
Bu tariften de anlaşıldığı gibi, bir hadisin mütevâtir olabilmesi için,
öncelikle, kalabalık bir cemaat tarafından nakledilmiş olması gerekir. Bu
kalabalığın sayısı hakkında belli bir rakam vermek esasen mümkün değildir. Zira
haberin rivayetinde herhangi bir kasıt olmaksızın, sayısı belli olmayanların
ittifak etmeleri veya yalan üzerinde birleşme ihtimali de olmaması sebebiyle bu
sayıyı tesbite çalışmak da gerekmez. Her ne kadar bazıları Kur’an-ı Kerîm’den
delil getirdikleri bazı ayetlerden hareketle, bu sayının dört, beş, yedi, on, on
iki, kırk, yetmiş… Ve daha fazla olması gerektiğini söylemişlerse de, sözü
edilen ayetlerin konu ile alâkasını kurmak ve mütevâtir habere delil olarak
getirmek oldukça güçtür.[8]

Tarifte sözü edilen konulardan biri olan mezkur
kalabalığın kasıtlı veya kasıtsız yalan üzerinde birleşmelerinin mümkün olmaması
keyfiyeti de, delillerin veya karinelerin delâleti ile anlaşılır.[9]
Ayrıca haberi nakledenlerin sayısı her devirde veya her kuşakta azalmamalı;
hatta artarak devam etmelidir. Diğer önemli bir konu da, bu haberi nakledenlerin
görme ve işitme fiillerine dayanan cinsten (mahsûs) olmalıdır. Meselâ adâletin
güzel; zulmün ise çirkin olduğu mütevâtir haber konusuna girmez. Çünkü’ bu
bilgiler görme veya işitme fiili ile bilinmezler.[10]

Bu şartları taşıyan mütevâtir haber “ilm-i
zarûrî” ifade eder; onu işiten için red ve inkârı mümkün olmayan, aksine tasdik
ve kabulü zorunlu olan bilgi olur. Şayet bu bilgi akide ile, alakalı ise ona
inanmayı; amele taalluk ediyorsa, onunla amel etmeyi gerektirir. Bu şartları
taşıyan hadislere de mütevâtir hadis denir. Bu tür haberler görme (âyân)
menzilesindedir[11]
ve kendi nefsinde ilim ifade eder.

Bu şartları taşıyan mütevâtir hadis, hadis
usûlünün inceleme konuları dışındadır. Çünkü hadis usûlü bir nevî isnad ilmidir.
Halbuki mütevatir hadiste sened aranmaz.[12]

Kavlî ve amelî sünnetlerden bir kısmı tevâtür
derecesindedir. Fakat bazılarına göre, Kur’an-ı Kerîm tevâtüren sabit olduğu
halde, sünnet ve icmâ hem tevâtür hem de âhâd yolla sabit olmuştur. Ancak gerek
sünnetten ve gerekse icmâdan mütevâtir derecesinde olanlar oldukça azdir. Hatta
sünnette sadece mana yönünden mütevâtir durumunda olanlar vardır. Meselâ beş
vakit namaz, rekâtlarının sayısı bu kabil sünnetlerdendir. Bazı alimler bu
şekilde mütevâtir sünnetin oldukça az olduğunu iddia ederken; bazıları buna
karşı çıkmış ve birçok mütevâtir sünnetin olduğunu belirtmişlerdir. Nitekim
mütevâtir hadisleri biraraya getirerek, eser yazanlar bile olmuştur.[13]

Mütevâtir hadisler de kendi aralarında lâfzî ve
manevî diye ikiye ayrılırlar. Lâfzî mütevâtir, bütün râvîleri tarafından ortak
lâfızlarla; diğer bir ifade ile aynı anlama gelen lâfızlarla rivayet edilmiş
olan hadislere denir. Mesela, “Kim bana, kendime ait olmayan bir söz isnad
ederse ateşteki yerine hazırlansın”[14]

hadîsi buna örnektir. “Sözümü işitip ezberleyen, muhafaza eden kimsenin
Allah, yüzünü ağartsın. Nice insan vardır ki ilmi, kendisinden daha alim olan
kimselere ulaştırır”[15]

hadîsini de konuya örnek olarak verebiliriz.

Manevî mütevâtir ise, râvîler tarafından lâfzan
değil de, çeşitli olaylara binâen muhtevâsı ortak olarak rivayet edilen
hadislerdir. Duada elleri kaldırmak manevî mütevâtire örnek olarak verilir.[16]



 




[1]

İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/497.



[2]

İbn Hacer, Nühbetü’l-Fiker, İstanbul 1327, s. 4; Suyutî, Tedrîbü’r-Râvî,
Beyrut 1405/1985, II. 23.



[3]

Subhi es-Salih, Hadis İlimleri, trc. M. Yaşar Kandemir, Ankara 1986, s. 7.



[4]

İbn Hacer, a.g.e. s. 4.



[5]

Suphi es-Salih, a.g.e s. 7.



[6]

el-Cezairî, Tahir b. Salih, Tevcihü’n-Nazar, ilâ Usûli’l-Eser, Beyrut s.
33-34; Firuzâbâdî, Besâiru Zevi’t-Temyîz fi Letâifi Kitabi’l-Azîz, Beyrut,
ty. V.157.



[7]

el-Cezairî, a.g.e., s. 33; Accâc, Muhammed el-Hatîb, Usûlü’l-Hadis, Beyrut
1401 / 1981, s. 301; Koçyiğit, Hadis Usûlü, s. 87; Aliyyü’l Karî, Şerhu
Nuhbetu’l-Fiker, İstanbul 1927, s. 23 vd…



[8]

Aliyyü’l-Kârî, a.g.e., s. 22; el-Cezâirî, a.g.e., s. 39 vd.



[9]

el-Cezâirî, a.g.e., s. 34.



[10]

el-Cezâirî, a.g.e., aynı yer.



[11]

el-Accâc, a.g.e., s. 301.



[12]

el-Accac, a.g.e., s. 302.



[13]

Ebu’l-Feyz Ca’fer el-Kettânî, Nazmü’l-Mütenâsir mine’l-Hadîsi’l-Mütevâtir,
Fas,1328; Suyutî, el-Ezhâru’l-Mütenâsira fi’l-ahbari’l-Mütevâtire, Beyrut
1405/1985.



[14]

Buhârî, İlim: 39.



[15]

Tirmizî, İlim: 7.



[16]

el-Cezâirî, a.g.e., s. 46; el-Accâc, a.g.e., s. 120-121; Talat Sakallı,
Şamil İslam Ansiklopedisi: 248-249.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu