A) Adalet
Adalet,
raviyi takvaya yönelten ve insanlık değerlerine yakışmayan hata ve
davranışlardan uzak tutan bir niteliktir.[1]
Adalet’i bir müslümanın Rabbine ve insanlara iyi olmasını sağlayan vasıfları
toptan ifade eden bir tabir olarak târif edebiliriz. Allah’a karşı iyi olması
Kur’an’ın ve Sünnet’in emirlerini yapıp, yasaklarından kaçmasıyla gerçekleşir.
İnsanlara karşı iyi olması ise, halk nazarında değer ve itibarını düşürecek
davranışlardan, sözlerden kaçmasıyla gerçekleşir. Neticede bu da bir bakıma
Allah’a karşı iyi olmanın, kâmil mânada dindarlığın bir neticesidir. Zira
dinimiz güzel ahlâka, ma’rufa, (âyet ve hadiste yer almamış olsa bile imamlarca
güzel sayılmış örfler, âdetler vs.) uymayı da emretmiştir.
Öyle ise adalet, râvî’nin dînî-insânî yönlerini
ifâde eder, mânevî değerini ortaya koyar.
Adalet’in bir râvîde hakîkî mânâda sübût
bulması, adaleti teşkîl eden sıfatların onda görülmesine ve bunun şehâdeti
makbûl kimselerce te’yîd edilmesine bağlıdır.
Hakkında arh vâkî olmayan kimse mecrûh değilse
de, adâlet’i de kesin değildir. Böyle bir kimse için iki hâl söz konusudur.
1-
Hakkında ta’dîl gelmemiştir: Bu durumda zâhiren adl’dir. Amma bâtınî adaleti
bilinmediği için adaletini selbedici kizb, gaflet, fısk vs. zannından uzak
değildir. Bu durumdaki kimseye, az ileride tekrar ele alacağımız üzere mesturu’l-adâle
dendiği gibi, kısaca mestûr ve hattâ “mechûlü’l-Adâle bâtınen” de denmiştir.
Hakkında tâ’dîl gelmediği halde zâhırî adâlete hükmedilmesi, berâet-i zimmet
asıldır düsturuna binaendir.
2-
Hakkında ta’dîl gelmiştir: Böyle bir râvîde bâtınî adâlet mevcut demektir.
Öyle ise bir râvîde gerçek mânâda adâlet’in
varlığı adâlet-i bâtına’nın varlığına bağlıdır. Bu ise dînin emirlerini fiîlen
yaşayıp, insanlar nazarında değerini düşürücü söz ve hareketlerden kaçınmayı
gerektirir. Bir kimse hakkında “adâlet sâhibidir” diye yapılacak şehâdet onun bu
fiilî yaşayışına bağlıdır.[2]
Adalet, ravinin adil olmasını gerektiren bir
sıfattır. Ravinin güvenilir kabul edilebilmesi için aranan bu adalet şartı,
zulmün zıt anlamlısı değil; şirk, fısk ve bid’at gibi bütün büyük ve küçük
günahlardan sakınmak ve takva sahibi, samimi bir müslüman olmak anlamındadır. Bu
vasıfları taşıyan kimselere hadis ıstılahında “adl” (âdil) denilmektedir.
Adalet, kişinin takva ve murüet sahibi olduğuna delil olan bir melekedir. Takva;
Allah’ın emirlerini yerine getirmek, yasaklarından da kaçınmaktır. Bu da büyük
günah işlememek, küçük günahlarda ısrar etmemek ve bid’atlardan uzak olmakla
meydana gelir. Murüet ise; riayet edildiğinde insanı güzel ahlak ve adalet
sahibi kılan edep kurallarıdır. Murüeti iki şey ortadan kaldırır: a)
İnsanı aşağılayan küçük günahlar; basit ve küçük bir şeyi çalmak gibi. b)
İnsanın onurunu düşüren ve onun şerefine halel getiren bazı mübah hareketler;
yolda bevletmek, edebi aşacak tarzda şaka yapmak. Bu tür şeyler daha çok örf ve
âdetlere dayanır.
[3]