İlahiyat Haber

Müslümanın Tatili Ölümdür !

 

Mehmet Lütfi Arslan Hocamız meseleye yazılarında sık sık vurguladığı “gayret” kavramı üzerinden yaklaştı ve meseleyi “son nefes” olgusu çerçevesinde izah etti. Prof. Dr. Mahmut Erol KılıçHocamız, çok seyahat eden bir münevverimiz olarak meseleye “seyahat” ve onun kazandırdığı, dostluk, kaynaşma, tanışma ve ibret alma gibi güzellikler bağlamında yaklaştı. Şükrü HüseyinoğluHocamız, Resulullah ve eshabının neden tatil yapmadıkları sorusu üzerinden meseleye yaklaştı.

Fıkıh alanında dünyanın sayılı âlimlerden olan Prof. Dr. Orhan Çeker Hocamız; “Biz niye tatil ihtiyacı hissediyoruz?” şeklindeki hayatî soru üzerinden sorumuza cevap verdi. Osmanlı tarihi üzerinde söz sahibi olan Can Alpgüvenç Hocamız meseleyi tarihî şahsiyetlerden örnekler vererek “çalışma ve gayret” bağlamında izah etti.

Kırkın üzerinde esere imza atmış Ümit Şimşek Hocamız Risale-i Nur’dan alarak ilhamını mutedil bir yorum ile sorumuzu cevapladı. Arapça üzerinde derin vukufiyeti olan ve birçok tercümeleri olanRamazan Işık Hocamız sorumuza çok duymadığımız bir hadis-i şerifi aktararak cevap verdi.

Hekimoğlu İsmail Hocamız bizim için ancak ölümün bir paydos olabileceğini söyledi. Ahmed Kalkan Hocamız, modern tatil algısının şeytanî bir tuzak olduğunu her zamanki gibi Kur’anî bir metotla izah etti. Bedri Gencer Hocamız ise konuyu birçok boyutu ile etraflıca ele aldı ve bu konuda ilk defa dillendirilen bazı görüşler ortaya koydu. Ayrıca konuyla ilgili hadis-i şerifleri de kaynak belirtmek sureti ile nakletti.

Çok kıymetli hocalarımıza sorumuza lütfedip cevap verme nezaketlerinden dolayı teşekkür ediyor ve onların kıymetli görüşleri ile sizi baş başa bırakıyoruz.

Mehmet Lütfi Arslan: “Bizim tatilimizde çalışma bitmez, çalışmanın nev’i değişir”

Müslümanın tatili olur, ataleti olmaz… Yapageldiğimiz iş veya meşgaleye ara verip başka birisine yönelmek anlamında tatilimiz vardır. Yapmak zorunda olduğumuz işler arasında yer değiştirmeler yapabiliriz ki bu verimimizi artırır. Böylece dinleniriz de… Diğer türlü salt dinlenmek için tatil yapmak, dinlenmek, son nefese kadar teyakkuzda yaşayan insanlar için lüks kaçar.

Biz bu dünyaya dinlenmeye değil “din”lenmeye geldik. Ölmeden önce ermek ve olmak zorundayız. Bir taraftan da hakkımızdaki muradı korumamız gerekiyor. Bunlar başlı başına bir hayat tarzı koyan gayelerdir; tatil, bu gayelere giden yollar arasında geliş gidiş yapmaktır.  Dolayısıyla bizim tatilimizde çalışma bitmez, çalışmanın nev’i değişir. Paydos zili son nefeste çalacaksa ve onun da ne zaman olacağı meçhulse nasıl çalışmayı erteleyebiliriz ki? Dünyada “din”lenecek, mezarda dinleneceğiz.

Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç: “Kaba bir dindarlık cakası satma adına tatile karşı çıkmanın bir manası yok”

Bu sorunun cevabı “tatil” kelimesine yüklenen anlama göre değişir. İnsan bedenli bir varlıktır. İstirahate ihtiyacı vardır. “Seyahat ediniz” tavsiyesi bununla beraber düşünülürse “kültür turizmi”, “dinî ziyaretler turizmi”, “sağlık turizmi” gibi seyahat türleri dindar kişiler için de niye uygun olmasın ki… Aile fertleri arasında kaynaşma, dostluklar, ibret alma, diğer şehirleri ve insanları tanıma, diğer kültürleri tanıma, tabiatı dinleme ve teferrüç etme gibi birçok faydaları vardır. Hasılı, getirisi çok fazladır. Kaba bir dindarlık cakası satma adına buna karşı çıkmanın bir manası yoktur.

Diğer yandan konunun ekonomik bir tekabülü de olduğu için bazı ülkelerde olduğu gibi hükümetler vatandaşlarına seyahat yardımında bulunmalıdırlar. Herkes bundan istifade edebilmelidir. Mesela Japon devleti her sene seyahate gitmeyen vatandaşını adeta dövmektedir. Malezya yeni evlenen her çifte bir umre seyahati hediye etmektedir. Iran bu konuda vatandaşlarına subvansiyon uygulamaktadır v.s. Netice: Yatay seyahatin sembolizmi dikey (enfusi) seyahatin sembolizmini tedai eder.

Şükrü Hüseyinoğlu: “Müslüman için atıl kalmak düşünülebilecek bir durum değildir”

Tatil, sanayileşme ile birlikte Batı toplumunun ürettiği bir olgu olarak karşımıza çıkar. Sanayileşme, daha çok üretim ve bunun için de daha çok tüketim sarmalında köleleştirdiği insanları yılda bir müddet dinlendirmek istemiş ve bunun için de tüm zamanlarını satın aldığı işçilere birkaç haftalık bir zaman lütfetmiştir. İşte bunun adı tatildir.

Tatil, bize sadece bu temel vasfıyla değil, kelime anlamı olarak bile yabancı bir olgudur. Doğrudan doğruya “atıl kalmak” demektir ki, Müslüman için atıl kalmak düşünülebilecek bir durum değildir. Rabbimiz, İnşirah suresinde bizlere “Bir işten boş kaldığın zaman başka bir işe koyul” buyruğunu vermektedir. Umreden henüz yeni dönmüş, dolayısıyla Müslüman için dur-durak olmadığını/ olamayacağını yakinen görmüş biri olarak, “tatil” planları yapan Müslümanlara şaşkınlığımın daha da arttığını söyleyebilirim. Hz. Peygamber ve arkadaşları o zor şartlar altında, yorucu ve yıpratıcı mücadeleleri içinde “tatil” yapmaya kalkışsalardı İslam bizlere kadar gelebilir miydi?

Prof. Dr. Orhan Çeker: “Son zamanlarda bizimkiler, bayramları da tatile çevirmeye başladılar”

Müslümanın tatili olmaz, olmamalıdır. Biz şimdiki yaşam biçimine bakarak tatil yapma ihtiyacı hissetmekteyiz. Hayat anlayışımızda tatil diye bir beklenti ve kültür olması sebebiyle zihnen ve ruhen böyle bir ihtiyaç hissetmekteyiz. Zihnimizde tatil düşüncesi olmasa tatil ihtiyacı da hissetmeyiz.

Müslüman, tatili, Allah için yaptığı hizmet planı içinde zaten var sayar. Mesela Müslüman bir hizmet için başka bir ile gitse bunu aynı zamanda bir dinlenme tatili sayar ve öyle gider. Ya da bir tatile gidecek olsa, “bunun yanı sıra gittiğim yerde nasıl bir hizmet ederim” diye hesap yapar.

Bir de şunu ekleyeyim: Son zamanlarda bizimkiler, bayramları da tatile çevirmeye başladılar. Bayram öncesi tatil yerlerinden yer ayrılmakta ve bayram günleri süresince insanımız o yerlerde tatil yapmakta, evini kapalı tutmaktadır. Bunun İslam dini ile ilgisi yoktur. Bayram, ziyaret demektir. Evinde duracaksın, ziyaretçi kabul edeceksin, ziyarete gideceksin, derde ve sevince ortak olacaksın. Bu geleneğimizin yozlaşmaya yüz tuttuğunu görüyorum. Bunu şiddetle kınıyor ve ayıplıyorum.

Can Alpgüvenç: “Müslümana tatil yapmak değil, sadece ve sadece çılgın gibi çalışmak düşer”

İçinde yaşadığımız helâket ve felâket asrında Müslümana tatil yapmak değil, sadece ve sadece çılgın gibi çalışmak düşer. Yeryüzünde halkı Müslüman olan devletlerin hemen hemen hepsi ekonomik, sosyal ve kültürel yönden geri kalmış, Batılı Hıristiyan devletlerin direkt veya dolaylı kontrolleri altına girmiştir. Müslümanlara değil tatil yapmak, uyumak bile haramdır.

Ecdadımız tatil yapmak bir yana, ara vermeksizin ölünceye kadar dine ve halka hizmetten geri durmamıştır. Meselâ;Mimar Koca Sinan, “Ustalık eserim” dediği Selimiye’yi 80 yaşında tamamlamış, Sultan Süleyman hiç mecbur olmadığı halde 71 yaşında Zigetvar önlerinde şehit olmuş, Tiryaki Hasan Paşa 85 yaşlarında Kanije önlerinde koca bir Avusturya ordusunu bozguna uğratmıştır. Tarihimiz bunlara benzer sayısız örnekle doludur.

Son 15-20 yıldır -zenginleştikçe- maalesef gelenek haline gelen tatil modasına uymak zorunda kalan Müslümanlar, eğer kendilerini bu hastalıktan korumakta aciz kalıyorlarsa, bulundukları ya da gittikleri beldelerde dinî gayret ve faaliyetlerine devam etmeli, toplumdan kopuk, deniz ya da orman köşelerinde yaz boyu süren hayat tarzlarına kesinlikle itibar etmemelidir. Bu hal, yarın ahirette mutlaka mesuliyetlerini mucip olacaktır. Cenab-ı Allah’ın böylesine vurdumduymaz keyiflerin hesabını bizden soracağını düşünüyorum.

Suriye alevler içinde… Filistin yıllardır kangren… Libya öyle, Somali, Sudan öyle… Dünya Müslümanları felâket üstüne felâketle boğuşurken tatil beldelerinde yiyip içip yan gelip yatmayı bir Müslüman nasıl içine sindirebilir? Müslüman fiilen bir şey yapamasa bile; evratla, ezkârla meşgul olup din kardeşleri için her an duada olmalıdır. Ben, kendisini Müslüman kabul eden insanların, kardeşlerinin acılarına sadece kuru kuruya “Ah” “Vah” ederek yazlıklarında keyif çatmalarını en azından ayıplıyorum.

Ümit Şimşek: “Asıl eğlenme ve dinlenme mekânı dünyadan sonradır”

Batının bize sunduğu hayat tarzı, çok tüketmek, az çalışmak, çok eğlenmek. Hatta mümkünse hiç çalışmamak… Hayatta çalışma konusu bir dengeye oturtulmalıdır. MeselaBediüzzaman “beşte bir” gibi bir oran koyar. İnsan ruhunun da keyifli hevesâta ihtiyacı vardır ama bu beşte dört olmamalıdır, beşte bir olmalıdır der.

Hz. Ömer’in de bu konuda bir sözü var: “Haftada bir gün tatil vermezseniz, tüm haftayı tatil yaptırırsınız” der. Yani bir nefes alma fırsatı verilmelidir. Ama gaye değil, amaç değil, araç olacaktır. Hayatından beklenen gayeyi gerçekleştirmek için lazım olan enerjiyi sağlayacak, tazelenmeyi sağlayacak bir araç olacaktır. Asıl eğlenme ve dinlenme mekânı dünyadan sonradır. Yani burası çalışma, orası meyve toplama mekânıdır.  Necm Suresi’nde; “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır” buyuruluyor. Dolayısıyla işin temelinde çalışmak vardır.

Ramazan Işık: “Yazın birkaç hafta tatil için bir yerlere gitmenin ne mahsuru var?”

Müslümanın tatili tabi ki olur. Bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz; “Men la tatile lehu la tahsile leh…” yani; “Tatili olmayanın tahsili de yoktur” buyurmaktadır. Burada, kafasını, zihnini, bedenini dinlendirmeyenin, tatil yapmayanın tahsil durumu olmayacağı ifade ediliyor. Tatil, burada yan gelip yatmak demek değildir. Çalışmalarımıza biraz daha hız verebilmemiz için, dinlenmek, deşarj olmak anlamındadır. Tatil yapacağız ki daha verimli bir çalışma temposuna girebilelim.

“Tatil” kelimesi zaten Arapça bir kelimedir. Mesela Araplar “taattalatil medarisu”  derler. Yani “okular kapandı, yani son verildi” demektir bu… Bir işi geçici olarak bırakmak, ara vermek söz konusudur bu kelimenin anlamında… Okullar kapanınca derslere ara verilmiş olduğu için bu kelime kullanılır. İnsanlar yıl boyu çalışıyor, zihnen ve bedenen yoruluyor, yıpranıyorlar. Yazın birkaç hafta ağaçlar olan, ırmaklar olan bir yerlere gidiyorlar. Bunda ne mahsur olacak? Hatta dinimiz bunu tavsiye de ediyor. Cenab-ı Allah Kur’an-ı Kerim’de “essayihun” buyurarak “seyahat edenler”i övüyor. Önemli olan bu seyahatin Allah’ın sınırları içinde olmasıdır. Yani “tatil yapıyorum” diye farzları terk ederse, ibadetlerinden, namazından, Kur’an’ından ve diğer dinî vecibelerinden uzak kalırsa o tatil, tatil olmaz.

Hekimoğlu İsmail: “Müslümanın tatili ölümdür”

Risale-i Nur’da “Mevt, vazife-i hayattan bir terhistir, bir paydostur, bir tebdil-i mekândır.” Demek ki Müslümanın tatili ölümdür. Dünya ise cennetin bekleme salonudur.

Efendim okullar kapandı, tatile gideceğiz diyorsanız, tatilde kâinat kitabını açın okuyun. Ağaçları, kuşları, çiçekleri, meyveleri yaratanı tefekkür edin. Çocuğunuza camileri gezdirin, mezarlıkları, türbeleri gezdirin. Tatilde boş vakit geçirmeyin. İslam’a nasıl hizmet ederim diye düşünün. Cehenneme gitmek isteyenlere bakıp, onların cehenneme gitmek için ne kadar gayretli olduklarını görüp, siz de cennete gitmekte daha gayretli olun. Biz cehenneme gitmek isteyenlerin gayreti ve fedakârlığı kadar cennete gitmek için gayret ve fedakârlık etmezsek yazık olur bize…

Ahmet Kalkan: “Cami kubbelerinin altındaki tatlı serinliklerde tatil yapılmalıdır”

Müslümanın tatili de, eğlencesi de olur fakat bu ancak Müslümanca olabilir. Nefsimizin de bizim üzerimizde hakkı vardır. O hakkı fıtrî özellikler çerçevesinde yerine getirmek gerekir. Mesele tatil yapıp yapmamak meselesi değil, tatili nasıl yapacağımız meselesidir.

Biz ve çocuklarımız tatili nasıl değerlendirmeliyiz? Mesela tatilde, müfredatı önceden tespit edilmiş, planlı, programlı dersler yapılabilir, kitap okuma saatleri düzenlenebilir. Bu derslerde inanç ve ahlâk eğitimleri öncelikli olmalıdır. Tatilde eğer aile bu eğitimi veremiyorsa, çocuklarına İslâm’ı, tevhidi, cahiliye kurumlarındaki şirk ve küfrü güncel boyutlarıyla anlatacak hayırlı insanlara müracaat etmelidirler. Yaz sıcağında sahillerde tatil değil; koruyucu ve kuşatıcı şemsiyeler şeklindeki cami kubbelerinin altındaki tatlı serinliklerde tatil yapılmalıdır.

Müslümanlar açısından “boş kalmak, işlevsiz olmak” anlamında “tatil”, sığınak değil; ancak şeytânî bir tuzaktır. “Boş zaman” kavramı, “tatil” kavramı gibi, modern çağın zihnimize ve oradan da tüm organlarımıza bulaştırdığı bir virüstür. İslâm’da “boş vakit” kavramına yer yoktur. Çünkü dinimiz, her anımızdan hesaba çekileceğimiz bilinciyle zamanımızı hep dolu dolu geçirmemizi ister.

Prof. Dr. Bedri Gencer: “Dinlenme, kalbin itminanı, bu da ancak Allah’ın zikri ile mümkün”

Burada soruyu Müslim/gayr-i Müslim değil degeleneksel insan/modern insan ikiliği açısından ele alarak “(geleneksel) insanın tatili olur mu?” diye sormak gerek.

Türkçe tatil karşılığında kullanılan “holiday” kelimesi, aslında “kutsal gün, bayram” anlamına gelmektedir. Malum, bayram, dinlenme veya tatil değil, sabır gerektiren bir çalışmanın ardından verilen mükâfat sevincini Yaradan ve Yaratılanlarla paylaşma anlamına gelir. Bu anlamda İbrahimî dinlerde haftalık ve yıllık bayramlar vardır. Max Weber ve Walter Benjamin gibi Alman Protestan ve Yahudi yazarların tespit ettiği üzere Püriten kapitalistler, sermaye birikimi aşamasında dur-durak bilmeyen bir çalışma anlayışıyla Katolik bayramların çoğunu abes diye bertaraf etti. Onlara göre arkasından bayram gelecek sıradan bir gün yoktu, her çalışma günü kutsaldı.

Ancak insan, bir makine olmadığı için bu gayr-i insanî çalışma temposunun sürdürülmesi imkânsızdı. Zamanla kapitalizm haddizatında bir din haline gelince Türkçe’de “bayram” anlamına gelen İngilizce “holiday” kelimesi, seküler bir bayram olarak tatil anlamı kazandı. Bu, kapitalizmin kısırdöngüsünü yansıtan bir kavramdı. Kapitalist, ekonomik insan, nasıl üretmek için tüketmek zorundaysa, çalışmak için de enerji toplamak üzere tatil yapmak zorundaydı. Aynı zamanda önemli bir hizmet sektörü kılınabilmesi için tatilin modern bir ihtiyaç olarak kutsanması gerekiyordu; İngilizce “kutsal gün, bayram” anlamına gelen “holiday” kelimesine “tatil” anlamı verilmesi bunun içindi.

Günümüz toplumunda tatil, seküler bir bayram haline getirildi

Doğrudan “Müslüman açısından tatilin anlamı” sorusuna geldiğimizde dört şıklı bir cevap verebiliriz. Birincisi, Arapça “âtıl” kelimesinden gelen tatil, “çalışmayı kesme, atıl kılma” anlamına gelmektedir. Hâlbuki haftalık veya yıllık çalışma süresinin ardından gelen bayram, bu anlamda tatil değil, sabır gerektiren bir çalışmanın ardından verilen mükâfat sevincini Yaradan ve Yaratılanlarla paylaşma anlamına gelir. Bu şekilde insana maddî ve manevî enerji veren asıl dinlenme vesilesi bayramlardır. Ancak trajedimiz şudur ki Türkiye gibi seküler bir toplumda asıl dinî bayram günü olanCuma, sıradan bir çalışma gününe çevrilirken bizim için çalışma günü olan Pazar tatil kılınmıştır. Bu şekilde haftalık bayramlarımız iptal edilirken Allah’tan Ramazan ve Kurban olarak yıllık iki bayramımız tanınmıştır.

Ancak maalesef onlardan özellikle Kurban Bayramı da giderek anlamını kaybetmiştir. Günümüz toplumunda tatil, seküler bir bayram haline getirilip, modern bir ihtiyaç olarak kutsanırken son yıllarda Türkiye’de dinî bayramlar da içi boş tatil vesilelerine çevrilmiştir. Akrabalarıyla bayramlaşmak, sıla-i rahim yerine tatil beldelerinden yorgun-argın dönen insanların arasında yer alan Müslümanların oranı da maalesef giderek artmıştır.

Hakiki dinlenme, Nakşibendîlikte “Hûş der dem” denen zikir terbiyesi ile mümkündür

İkincisi, Müslüman dâhil geleneksel insanın dinlenme ihtiyacını ifade eden kavramlar olan “istirahat” ile “teneffüs”, aslında mistik=tasavvufî kavramlardır. İstirahat’ın türediği “ruh” ile teneffüs’ün türediği “nefes” kelimeleri, dünyanın belli başlı bütün dillerinde anlamdaştır ki bu en somut Arapça iştikakta görülür. ”Onu şekillendirdiğim ve ruhumdan üflediğimde” (Hicr,29) ayet-i celilesinde beyan edildiği üzere, Cenab-ı Hakkın üflediği ruhu, insan solumaktadır. Burada üfleme=nefh ile soluma=nefes kelimeleri arasındaki irtibat, ilk iki harflerinin (n+f) ortaklığında açıkça görülür. Bu itibarla “dinlenme” anlamında “istirahat” ile “soluklanma” anlamında “teneffüs” anlamdaştır.

İnsan zaten sürekli gayr-i ihtiyarî teneffüste bulunduğuna göre burada kast edilen dinlenmek, “istirahat için bilinçli ve nitelikli teneffüs”tür. Bugün okullarda verilen ders aralarına teneffüs denmesinde böyle derin bir anlam yattığını keşfetmek, insanları şaşırtacaktır.

İnsan, “he” sesi ile nefes alıp verir ki burada “he” sesi, Cenab-ı Hakkı ifade eden hüviyetin “he”sine işarettir. Ancak bu, zikre yönelik iradî değil, gayr-i iradî bir teneffüs olduğu için dinlenme sayılmaz. Dinlenme, kalbin itminanı, bu da ancak Allah’ın zikri ile olduğu için hakiki dinlenme, Nakşibendîlikte “Hûş der dem” denen zikir terbiyesi ile mümkündür. “Hûş der dem”, Allah’tan gâfil olarak tek bir nefes bile almamak demektir. Bunun Budizm’deki karşılığı olan Yoga, bazı Türk sosyetiklerinin bile itibar ettiği seküler bir teneffüs tekniği haline gelmiştir.

Kalplerinizi dinlendirin, onları (nükteli) hikmetli sözler yoluyla dinlendirmeye bakın

Üçüncüsü, Müslüman için dünyevî anlamda çalışma, bir amaç değil, araçtır. İnsan, kapitalizmin gördüğü gibi bir çalışma makinesi, modern dünyanın resmen hür olan fiilî paryası olmadığına göre kapitalist hizmet endüstrisinin karşılayacağı bir tatil ihtiyacı da olamaz. Her şeyin bir değişim, alışveriş konusu olduğu kapitalizmin kısırdöngüsü, tatil örneğinde somut olarak görülür. İnsanların tatil bedelini karşılamak için çalışmaya mecbur oldukları kısır bir kölelik sisteminin geleneksel dünyada karşılığı yoktur; “üretim için tüketim, tüketim için üretim” kısırdöngüsünde olduğu gibi, “çalışma için tatil, tatil için çalışma”.

Geleneksel dünyada bedenden ziyade kalp, ruh kökünden gelen “tervih/istirahat = dinlendirme/dinlenme”ye ihtiyaç duyar ki bu parayla değil, namazda somutlaşan dua ve zikirle, sohbetle olur. Nitekim nebevî, tasavvufî dilde kalp, ruh demektir. Kâinat’ın Efendisi ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâmın “Ravvihû’l-kulûbe sâ’aten ve sâ’aten” yani “Zaman zaman kalplerinizi dinlendiriniz” (Sehâvî, el-Makâsıdu’l-Hasene, 511) buyurduğu gibi. Benzer bir hadisinde de ilim beldesinin kapısı Hazret-i Ali radıyallahu ‘anh şöyle buyuruyor: Kalplerinizi dinlendirin, onları (nükteli) hikmetli sözler yoluyla dinlendirmeye bakın, Çünkü bedenlerin bıktığı gibi kalpler de bıkar” (Hatîb el-Bağdâdî, el-Câmi’ li-Ahlâkı’r-Râvî ve Âdâbi’s-Sâmi’, Muhammed Accâc el-Hatîb (yay.), Beyrut: Müessesetu’r-Risâle, 1994, II/129).

Fahr-ı Kâinat ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm, dünya gailelerinden biraz bunaldığında Bilâl-i Habeşî Hazretleri‘ne dönerek “Erihnâ yâ Bilâl=Bizi dinlendir ey Bilâl” derdi. Bunun üzerine Bilâl kalkar bir ezan okur, arkasından namaz kılarlardı. Nitekim “terâvîh namazı“, lâfzen “dinlendirmeler namazı” demektir. Bu itibarla farzlara ilave olarak kılınan nafile namazlar, “mürevvihu’l-kulûb”, kalpleri dinlendiren namazlardır.

Dördüncüsü, Müslüman için tatil veya dinlenme, asla mutlak atıl, boş kalmak değil, alan değiştirmektir; yazmaktan yorulan bir hocanın ders anlatmaya geçmesi, ondan yorulunca Kur’ân tilavetine, ondan da yorulunca vakti gelen namaza kalkması gibi. “Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul ve Rabbine yönel” (İnşirâh/7-8) ayetinde buyurulduğu gibi.

 

Aydın Başar 

Dünyabizim

İlgili Makaleler