Hz. Muhammedin Hayatı

Umre Ve Sonrası Hz. Muhammedin Hayatı

72.    UMRE VE SONRASI

 

Hudeybiye
anlaşmasından yaklaşık bir yıl geçmişti, Kureyş’in verdiği söze uygun olarak
Peygamber (s.a.v.) ve arkadaşlarının umre yapmak için Mescid-i Haraiû’i ziya­ret
etme zamanı gelmişti. Ölen veya savaşlarda öldürülen­ler hariç içlerinde geçen
yılki hacıların da bulunduğu top­lam ikibin hacı vardı. Hudeybiye’de bulunmayanlardan
biri de Beni Devs’ten[1] Ebu
Hureyre (r.) idi. Kabilesinden bir grupla Hayber’den sonra Medine’ye gelmiş ve
Ehl-i Suffa’ya katılmıştı. Müslüman olduktan sonra adı Abdur-rahman’a çevrilmiş
fakat yine de çoğunlukla «kedilerin babası» anlamına gelen Ebu Hureyre adıyla
anılmıştı. Bu ad ona, Peygamber (s.a.v.) gibi kedileri çok sevdiği ve ya­nında
sürekli bir kedi yavrusu bulundurduğu için veril­miştir. Daha sonra Peygamber
(s.a.v.)’in gözdelerinden “bi­ri olmuştur. Bu hac sırasında da Peygamber
(s.a,v.) onu kurban develerinin bakımı ile görevlendirmişti.

Kureyşliler, hacıların
haram bölgeye yaklaştıklarını duyunca etraftaki tepelere çekilerek tüm vadiyi
boşalttı­lar. Kureyş liderleri Ebu Kubays tepesine toplandılar ve oradan
Mescid’i gözlediler. Oradan geniş bir alanı görebi­liyorlardı. Şimdi uzun bir
sıra halinde kuzey-batı geçidin­den hacıların şehrin hemen altındaki vadiye
girdiklerini görüyorlardı. Bir süre sonra çok eskiden beri gelenek olan bir söz
duymaya başladılar: (Lebbeyk Allahümme Lebbeyk Allahun, işte geldim,
hizmetindeyim).

Başları traşlı beyaz
giysili hacı kalabalığına en önde Kesva’nn üstünde olan Peygamber (s.a.v.) ve
yerde devesinin ipini tutan Abdullah îbn Rehava (r.) önderlik edi­yordu.
Diğerlerinin de bir kısım develerde bir kısmı ise yayandı. En yakın yoldan
doğruca Kâ’be’ye yöneldiler. Her­keste belden yukarısını örten bir kumaş
parçası vardı. Mescid’e girildiğinde Peygamber (s.a.v.) üstündeki elbise­yi
düzeltti. Omuzunu açıkta bırakarak kumaşı sağ kolu­nun altından geçirdi, iki
ucu sol omuzundan çaprazlama geçirerek iki ucunu öne ve arkaya sarkıttı.
Diğerleri de onun gibi yaptılar. Peygamber fs.a.v.) bineğinin üstünde Kâ’be’nin
güney-doğu köşesine doğru ilerledi ve asası ile Hacer’ül-Esved’e dokundu. Daha
sonra Kâ’be’yi yedi kez tavaf etti. Tavaftan sonra Safa tepesinin eteklerine
gitti ve Safa ile Merve arasında yedi kez gidip geldi. Sa’y adı ve­rilen bu
yürüyüş kurban develerinin yöneldiği Merve tepe­sinde son buluyordu. Peygamber
(s.a.v.) orada bir deve kurban etti ve Hudeybiye’de de ayna görevi yerine
getiren Hiras’a başını traş ettirdi. Umre farizası burada son bulu­yordu.

Daha sonra putlarla
dolu olmasına rağmen Kâ’be’ye girmek niyetiyle Mescid-i Haram’a doğru yöneldi.
Fakat Kâ’be’nin kapılan kapalıydı ve anahtar da Abdu’d-Dar kabilesinden bir
adamdaydı. Peygamber (s.a.vj anahtarı istemek üzere bir adam gönderdi, Fakat Kureyş
liderleri, bunun anlaşmada yer almadığını ve Kâ’be’ye girmenin haccm
farzlarından olmadığını söylediler. Bu nedenle Müs­lümanlardan hiç kimse o yıl
Kâ’be’ye giremedi. Fakat gü­neş en yüksek noktasına ulaştığında Peygamber
fs.a.v.) Bi­lâl (r.)*e Kâ’be’nin çatısına çıkıp ezan okumasını söyledi. Onun
gür sesi tüm Mekke vadisini doldurdu ve ilk önce tekbir, daha sonra de kelime-i
şehadet sesleri Mekke etra­fındaki tepelere kadar ulaştı: «Şehadet ederim ki
Allah’­tan başka ilâh yoktur. Yine şehadet ederim ki Muharn-med Allah’ın
Rasuîüdür.» Ebu Kubays tepesindeki Kureyş liderleri Bilâl’i açıkça
görebiliyorlardı ve zenci bir köleyi Kâ’be’nin çatısında görünce çok
sinirlendiler. Bunun yanısıra, bu durumun düşman için birçok yan etkilere neden
olacak bir zafer olduğunun da farkındaydılar. Bu nedenle bir yıl önce kendi
lehlerine görünen anlaşmayı imzaladık­larına pişman olmuşlardı.

Hacılar boş şehirde üç
gün geçirdiler. Peygamber (s. a.vVin. çadırı Mescid’e kurulmuştu. Geceleri
gizlice Müs­lüman olan Mekke’liler tepelerden sessizce iniyor ve Müs­lümanların
kampında sevinçli dakikalar yaşanıyordu. Ku-reyş’in Müslüman olmasına ses
çıkarmadığı Abbas (r.), açıkça bu üç günün çoğunu Peygamber (s.a.v.J’le
birlikte geçirmişti. İşte bu sırada karısının kardeşi Meymune’yi Peygamber
Cs.a.v.)’e eş olarak teklif etmiş, o da kabul et­mişti. Meymune ve Ümmü’1-Fadl
öz kardeştiler. Onların yaraşıra, Abbas’ın evinde, bu ikisinin üvey kardeşi ve
Hamza’mn dul eşi Selma ile kızları Ümâre de kalıyordu. Ali tr.), kuzenlerinin
yani Hamza (r.^ ‘nın kızının putperest­ler içinde bırakılmaması gerektiğini
söyledi. Peygamber Cs.a.v.) ve Abbas (r.) da bu öneriyi kabul ettiler. Fatıma
(r.) hacılar arasında olduğu için Ümare’nin de onunla birlikte, tahtına
binmesine karar verildi.

Üç günün sonunda Süheyl
ve Huveytib, Ebu Kubays’tan indiler ve Sa’d îbn Übade (r.) ve bir grup Ensar
ile birlikte oturan Peygamber ts.a.v.)’e: -Zamanın bitti, bizden uzaklasın»
dediler. Peygamber (s.a.v.): «Bana evli­liğimi sizin aranıeda yapıp, size düğün
yemeği sunmam için bir süre daha burada kalmamın ne gibi bir zararı ola­bilir?»
cevabını verdi. Onlar: «Senin vereceğin ziyafete ih­tiyacımız yok» Bizden
uzaklaş, Ey Muhammed, senden Al­lah adına ve aramızdaki anlaşma adına ülkemizi
terketme-ni istiyoruz. Bu üçüncü geceydi ve geçti» dediler. Onların bu saygısız
ve nezaketsizliğine Sa’d çok sinirlenmişti, fa­kat Peygamber (s.a.v.) onu
teskin etti ve: «Ey Sa’d, bizi kampımızda ziyaret edenlere kötü söz söyleme!»
dedi. Daha sonra karanlık çökmeden bütün Müslüman şehirden ayrılması için emir
verdi. Fakat hizmetçisi Ebu Baîi’yi, Meymune’yi getirmek üzere Mekke’de
bıraktı.    Meymune geldiğinde, haram
bölgenin birkaç mil dışında Şerif deni­len yerde düğün yapıldı.

Bu yeni bağ, düşmanla
daha önceden tahmin edilme­yen bir ilişkiye neden oldu. Meymune, Ümmü’1-Fadl ve
üvey kardeşleri Selma ve Esma hep bir annenin çocukla­rıydı. Fakat Meymune ve
Ümmül-Fadl’ın babalan tara­fından da ‘Asma[2]
adında bir üvey kardeşleri vardı. Mah-zum’lu Velid’in dul eşi olan ‘Asmâ’nın
Velid’den Halid adında bir oğlu olmuştu. Halid şimdi hanımının yeğeni ol­ması
nedeniyle Peygamber (s.a.v.)e akrabalık bağıyla bağ­lanmış oluyordu.

Medine’ye döndükten
kısa bir süre sonra bir gün Peygamber (s.a.v.) öğle uykusundan, ateşli bir
tartışma se­siyle uyandı. Tartışanların seslerinden onların Ali Cr.), Zeyd (r.)
ve Cafer (r.) olduklarını anladı. Tartıştıkça bir karara varmaktan daha da
uzaklaşıyorlardı. Peygamber (s.a.v.) odasının kapısını açıp dışardan onlan
çağırdı ve tartışma konusunun ne olduğunu sordu. Sorunun bir şeref sorunu
olduğunu ve Medine’ye geldiğinden beri Ali (r.)’-nin evinde kalan Hamza’nın
kızı ümare Cr.) üzerinde han­gisinin daha çok hakka sahip olduğunu
tartıştıklarını söy­lediler. «Bana gelin» dedi Peygamber (s.a.v.), «aranızda
hükmü ben vereceğim». Hepsi oturduktan sonra ilk önce Ali (r.)’ye dönerek bu
konuda ne düşündüğünü sordu. Ali, «O benim amcamın kızı, onu Mekke’den ben
getirdim, bu yüzden onun üzerinde en çok benim hakkım var» dedi. Peygamber
(s.a.v.) daha sonra Cafer’e döndü. O da «O be­nim amcamın kızı ve annesinin kız
kardeşi benim evimde» dedi. Cafer’in karısı Esma (r.), Ümarenin teyzesiydi.
Zeyd ise sadece «O benim kardeşimin kızıdır» dedi. Çünkü Pey­gamber (s.a.v,)
Medine’ye ilk geldiklerinde Hamza ile Zeyd’i kardeş yapmıştı. Hamza (r.) da
kendi ile ilgili bütün işlere Zeyd (r.)’in bakmasını vasiyet etmişti. Üçü de bu
şeref meselesinde kendisinin. haklı olduğunu düşüne­cek nedenlere sahipti. Bu
nedenle Peygamber (s.a.v.) ka­rarını açıklamadan Önce hepsini de öven sözler
söyledi. îşte o zaman Cafer’e: «Görünüşün ve karakterin bana ben­ziyor»[3]
demişti. Hepsini övücü sözlerle memnun ettikten sonra Cafer’in lehine olan
kararını açıkladı. «Onun üzerin­de ençok senin hakkın var» dedi. «Annenin kız
kardeşi de bir annedir». Cafer hiçbir şey söylemedi, fakat ayağa kal­kıp
Peygamber (s.a.v.)’in etrafında dansederek bir daire çizdi. Peygamber (s.a.v.):
«Cafer, bu da ne?» diye sordu. O şu cevabı verdi: «Habeşistanlıların krallarına
yaptıkları bir şeref gösterisi. Necaşi ne zaman birine sevineceği bir şey verse
o adam ayağa kalkar ve onun etrafında dans eder.»

Bundan kısa bir süre
sonra Peygamber (s,a.v Ümare (r.) ile, kendi üvey oğlu Seleme (r.)’yi
evlendirdi. Sele-me’nin babası Ebu Seleme, Hamza’nın kız kardeşi Berrenin oğlu
olduğu için Seleme aynı zamanda Ümare’nin ku­zeni oluyordu. Bu evlilik
sırasında Peygamber (s..a.v.): «Şimdi Seleme’ye borcumu ödedim mi?» demişti. Bu
söz­leriyle Peygamber (s.a.v.) Seleme, annesi Ününü Seleme’yi kendisine verdiği
için ona borçlu olduğunu ve karşılığın­da da ona bir gelin vererek bu borcunu
ödediğini söylemek istiyordu.

Kureyş’in ileri gelen
birçok adamı Peygamber (s.a. v.)’in Mekke’ye girişine şahit olmuşlardı. Fakat
Halid ve Amr ne Ebu Kubays’ta, ne de diğer tepelerde kamp kuran­lar arasında
yoktu, ikisi de Peygamber (s.a.v.)’in şehre yaklaşmasından kısa bir süre önce
şehirden ayrılmışlardı. Ayrılış kararları birbirinden bağımsızdı ve ayrüma
neden­leri de birbirinden farklıydı. Fakat bir noktada aynı görü­şü
paylaşıyorlardı: «Hudeybiye anlaşması Peygamber (s.a. v.) için moral bir zafer
olmuştu ve onun Mekke’ye girme­si ona karşı dayanma gücünün artık yok olması
anlamına geliyordu. Fakat Amr’ın İslâm’a düşmanca tutumunda bir değişiklik
olmamıştı. Oysa Halid birkaç yıl öncesinden beri kararsızlık içindeydi. Dıştan
bakıldığında bunu görmek olanaksızdı: Çünkü o Kureyşin Peygamber (s.a.v.)’e
karşı yaptığı her savaşta yerini almıştı. Fakat daha sonraları, Uhud’dan ve
Hendek’ten dönüşte savaşın anlamsız olduğu­nu ve sonunda nasılsa Muhammed’in
(s.a.v) zafer kaza­nacağım düşündüğünü itiraf etmiştir. Peygamber (s.a.v.)
Hudeybiye’ye giderken onun süvari birliğinin gözünden kaçıp gidince de Halid:
«Bu adam gerçekten korunmuş» diye bağırdığım söylemiştir. Bu, onun İslâm’a
karşı giriş­tiği son hereket olmuştu. Bundan sonra da Müslüman­lar Hayber’de
zafer kazanmışlardı.

Halid’i meşgul eden
başka tür düşünceler de vardı: kendisine rağmen Peygamber (s.a.v.) için kişisel
bir sevgi besliyordu, ölmeden önce kardeşi Velid’in kendisine bırak­tığı
mektuptan da Peygamber (s.a.v.)’in kendisini sorduğu nu ve: «Eğer o güçlü
enerjisi ile putperestlere karşı islâm’ı desteklerse kendisi için çok iyi olur,
biz de onu diğerlerine tercih ederiz» dediğini öğrenmişti. Velid de: «Ey
kardeşim, işte neleri kaybettiğini gör» diye eklemişti.

Bunların yanısıra bir
de ailesindeki bazı değişiklikler Halid’i etkilemişti. Uzun süreden beri
Peygamber (s.a. v.)in taraftan olan Halid’in annesi ‘Asma (r.) kısa bir sü­re
Önce Müslüman olmuştu. Şimdi ise teyzesi Meymune (r.) Peygamber’in eşi idi. Bu
evlilikten kısa bir süre sonra Halid rüyasında kendisinin her tarafı kapalı ve
kıraç bir ülkede olduğunu görmüştü. Daha sonra bu ülkeden çıkıp her tarafı
yeşil ve verimli otlaklarla kaplı bir ülkeye git­mişti. Halid bunun bir rüya
veya bir hayal olduğunu dü­şünüyordu. Bunu kendisine göre yorumlayarak
Medine’ye gitmeye karar verdi. Fakat yanında bir arkadaşla birlikte gitmek
istiyordu. Kendisi gibi düşünen başka kimse yok muydu acaba? Şimdi orada
olmayan Amr’ın yanısıra onun en yakın arkadaşları îkrime ve Safvan’dı. Halid,
ikisini de çağırdı, fakat Safvan: «Bütün Kureyşliler Muhammed’in peşinden
gitseler bile ben onun peşinden gitmem» dedi. îkrime de buna benzer bir şey
söylemişti. Halid, ikisinin de babalarını Bedir’de kaybettiklerini, Safvan’m
bir de karde­şini kaybettiğini aklından çıkarmamıştı. Üzgün olarak yal­nız
başına yola koyuldu. Fakat evinden ayrıldıktan kısa bir süre sonra Abdu’d-Dar’dan
Talha’nm oğlu Osman yıllar önce Ümmü Seleme’yi Mekke’den Medine’ye götüren adam
ile karşılaştı. Osman, Halid’in îkrime ve Safvan’-dan daha yakın bir
arkadaşıydı. Fakat daha önce geçirdi­ği iki deneyim Halid’i suskun kılmıştı.
Bunun yanısıra Os­man’ın Uhud’da babasını, iki amcasını ve dört kardeşini
kaybettiğini hatırlamıştı. Bir süre sessizce birlikte yol aldı­lar. Sonra Halid
birden bire konuşmaya karar verdi ve araştıran gözlerle: «Bizim durumumuz
deligindeki tilkinin durumundan daha parlak değil. Sadece bir kova su döksen
dışarı çıkmak zorunda kalır.» dedi. Osman’ın kendisinin ae demek istediğini
anladığını yüz ifadesinden anlayan Halid, nereye ve niçin gittiğini anlattı.
Zaten uzun süre­den beri bu düşüncede olan Osman da onunla birlikte gel­meye
karar verdi. O, ev en bazı ihtiyaçlarını almak için gittiğinde Halid onu
beklemeyi memnuniyetle kabul etti. Ertesi sabah ikisi birlikte Medine’ye doğru
yola çıktılar.

Amr’a gelince, o islâm
konusunda Ikrime ve Safvan’-la aynı fikirdeydi. Fakat durumun tehlikesini
onlardan da­ha iyi anlıyordu. Bu nedenle kendisini bir lider gibi ka­bul eden
Sehl ve diğer kabilelerden bir grup genci kendisi ile birlikte Habeşistan’a
gitmeye ikna etti. Onlara eğer Mu-hammed Cs.a.v.) sonuçta zafer kazanırsa
kendilerinin emin bir himaye altında olacaklarını, Kureyş kazanırsa tekrar
Mekke’ye dönme olanaklarının varolduğunu söyledi. Mu-hammed (s.a.v.)’in
yönetiminde olmaktansa Necaşİ’nin yö­netiminde oluruz» dedi, diğerleri de onu
doğruladılar,

Amr akıllı bir
politikacı ve kolayca yılmayan azimli bir adamdı. Cafer (r.) ve arkadaşlarının
güçlü etkisini yok sayarak yaptığı büyük hataya rağmen O, Müslümanların adını
anmadan yıllarca Necaşi ile ilişkisini devam ettir­mişti. Şimdi Müslümanlar o
ülkeyi terketmişler ve Medine’­ye gitmişlerdi. Amr, onların gitmesiyle Necaşi’nin
yenidine duyduğu ilginin de yok olduğunu zannediyordu. Huzu­ra ilk çıktığında
götürdüğü deri hediyeler memnuniyetle kabul edildi. Necaşi o denli memnun
gözüküyordu ki Arar himaye istemeye karar verdi. Fakat bu izni isterken
Mu-hamed (s.a.v.)’den küçümseyerek bahsetti. Ama bu kira­lın birden bire çok
sinirlenmesine neden oldu. Amr çok şaşırmıştı: Necaşi’nin söylediklerinden,
kendisi için bu ül­kede bir gelecek kurabilmesinin —deri hediyelerden çok
Müslüman olmasına bağlı olduğu ortaya çıkıyordu. Bu hi­mayeyi İslâm’dan
kurtulmak için istemişti. Fakat şimdi ye­ni dine karşı koyma gücü zayıflamaya
başlıyordu. Muhammed (s.a.v.)’in Peygamberliğini kastederek «Ey kral, buna
gerçekten şehadet ediyor musun?» dedi. Necaşi: Tanrı hu­zurunda buna şehadet
ediyorum» dedi. «Ey Amr, benim söy­lediğimi yap ve onu izle. Tanrıya aneîolsun
o hak. Musa’­nın Firavun ve taraftarlarına galip gelmesi gibi o da önü­ne
gerilen tüm engellere galip gelecek.»[4].

Tarih Amr’ın
arkadaşlarının isimlerini ve ne yapmaya karar verdiklerini kaydetmemiş. Fakat
Amr kendisini Ye­men sahillerine götüren bir bota bindi. Sahile vardığında bir
deve ve birçok yiyecek alıp kuzeye doğru yola çıktı Mekke’den Medine’ye giden
sahil yolundaki ilk konaklar­dan biri olan Hedde’ye vardığında. Halid ve
Osman’la kar­şılaştı. Yolun geri kalan bölümünü birlikte aldılar.

Üçü de Medine’de
sevinçle karşılandılar. Halid, Pey­gamber Cs.a.v.) hakkında: «Selâmımı
aldığında yüzü par-hyordu» dedi. îlk biat eden Halid oldu. «Allah’tan başka
ilah olmadığına ve senin Allah’ın Rasulü olduğuna şeha­det ederim» dedi. «Seni
hidayete ulaştıran Allah’a hamd-olsun» dedi Peygamber Cs.a.v.) «Her zaman
sende, seni so­nuçta iyiden başka birşeye götürmeyecek olan bir akıl gö­rürdüm.»
«Ey Allah’ın Rasulü» dedi Halid (r.), «Hakka engel olmak için yapılan
savaşların hepsinde sana karşı savaştığımı gördün. Allah’a dua et de Allah
bunları affet­sin.» Peygamber (s.a.v.): «İslam    kendisinden önce geçen herşeyi kesip atar»
dedi. «Bu kadar çok olsa da mı?» dedi Halid. Hâlâ yüzünde üzüntü izlert
taşıyordu. Bu nedenle Peygamber (s.a.v.): «Allahım, Halid’i senin yoluna koydu­ğu
engelerin tümünden affet» diye dua etti[5]. Daha
sonra Osman (r.) ve Amr (r.) da kelime-i şehadet getirdi. Amr daha sonraları, o
anda Peygamber (s.a.v.)’e duyduğu say­gıdan başını kaldırıp onun yüzüne
bakamadığını anlatırdı.

Amr’ın kardeşi ve Ömer
(r.)’in kuzeni olan Hişam Hendek savaşından kısa bir süre önce Mekke’den Medi­ne’ye
kaçmıştı. Daha sonra ona Amr’ın oğlu olan yeğeni Abdullah da katılmıştı.
Abdullah onaltı yaşında, bir genç­ti ve çok samimi bir Müslümandı, çoğu günü
oruçlu geçi­rirdi. Sahabe arasında en bilgili kişilerden biri olmayı da
başarmıştı. Peygamber (s.a.v.) ona kendi sözlerini yazma izni vermişti.
Abdullah ve Hişam hep Amr’ın Müslüman olması için dua ediyorlardı. Bu nedenle
Medine’de[6]
tekrar bir araya gelmeleri hem Amr, hem de onlar için büyük bir sevinç unsuru
oldu.

Bu aylarda sevince
neden olan olaylardan ikisi de Ca­fer (r.) ve Ali (r.)’nin ağabeyi Akil (r.)
ile Mut’im’in oğlu Cübeyr (r.)’in Müslüman olmasıydı. Bedir’de alınan-esir­leri
fidye karşılığı geri almak üzere geldiğinde Cübeyr’in kalbine yerleşen inanç, artık
bir kenara atılmayacak dere­ceye gelmişti. Akil, (r.) biat etmek için
geldiğinde Pey­gamber (s.a.v.) ona: «Seni iki tür sevgi ile seviyorum, bi­ri
bana akrabalık bağı olarak yakın olman, ikincisi ise sa­na amcam için
beslediğim sevgi» dedi[7].

 

 



[1] Bak   Bol   18.

 

[2] Gerçi latin harfleriyle yazıldığında birbirinden
ayrılması zor oba da Esma ve Asma isimleri birbirlerinden

farklıdır. Bu­radaki,
Asma olup ayn ve sad ile yazılır. Esma ise elif ve sin ile yazılır

 

[3] I. S.  IV/1, 24.

 

[4] W. 743 420

[5] W    741-9

[6] Bak. Böl. 35

[7] I   S   IV/2, 30.

 

İlgili Makaleler