Hz. Muhammedin Hayatı

Tebûk’ten Sonra Hz. Muhammedin Hayatı

80    TEBÛK’TEN SONRA

 

Bedir’den dönüş gibi,
Tebûk’ten dönüş de üzüntülü olmuştu: yokluğu sırasında Peygamber (s.a.v.) ‘in
.kızların­dan biri daha, Ümmü Gülsüm (r.) ölmüştü. Bu sefer kızı­nın kocası da
Medine’de değildi. Peygamber (s.a.v.) onun mezarı başında dua etti ve Osman (r.)
‘a eğer bekâr bir kı­zı daha olsaydı kendisine vereceğini söyledi.

Sefere katılmayan
münafıklar teker teker Peygam­ber (s.a.v.)’e gittiler ve özürlerini beyan
ettiler. Peygam­ber (s.a.v.) onları, Allah’ın gizli düşünceleri bildiğini söy­leyerek
uyarmasına rağmen, özürlerini kabul etti. Fakat geride kalan üç mü’mine, Allah’onlar
hakkında hüküm verinceye kadar kendisinden uzak durmalarını ve diğer mü’minîere
de bu üç kişiyle konuşmamalarını söyledi. Bu üç kişi Elli gün boyuûGa
tttpEumdışı biı» hayat sürdüler; fakat ellinci gün sabah namazından sonra
Peygamber (s.a.v.) mescidde Allah’ın onları affettiğini ilân etti. Bu ko­nu da
nazil olan ayetler şöyleydi:

«(Savaştan) Geri
bırakılan üç (kişiyi) de (bağışladı), öyle kî, bütün genişliğine rağmen yeryüzü
onlara dar gelmişti, nefisleri de kendilerine dar (sıkıntılı) gelmişti. Ve
O’nun dışında (yine) Al­lah’tan başka bir sığınacak olmadığını İyice anladılar.
Sonra tev-be etsinler diye onların tevbezlni kabul et’i. Şüphesiz Allah (yal­nızca)
O tevbelerî kabul edendir.» (Tevbe: 118).

Cemaat sevince boğuldu
ve birçoğu güzel haberi onla­ra vermek için mescidden aceleyle çıktılar.
İçlerinden en gençleri olan Ka’b İbn Malik (r.) şehrin dışında kendisine tek
kişilik bir çadır kurmuştu. Daha sonraki yıllarda, yak­laşan bir atm ayak
seslerini ve «Ey Ka’b, müjde» diye bir bağırma duyduğunu ve nasıl hemen secdeye
kapandığını anlatırdı. Bu iyi haberin affedilme haberinden başka bir şey
olamayacağından emindi. Ka’b daha sonra mescide git­ti. -Peygamber (s.a.v.)’e
selâm verdiğimde» dedi, «yüzü sevinçten parlıyordu. Bana: «Annenden doğduğundan
beri geçirdiğin en güzel gün için sevin» dedi. «Ey Allah’ın Rasu-lü, bu senden
mi, yoksa Allah’tan mı?» diye sordum. «Ha­yır Allah’tan» diye cevap verdi.
Allah’ın Rasulü sevinçli bir haberden memnun olduğunda yüzü ay gibi parlardı».

Havazin’in lideri
Malik (r.) Müslüman olduğundan be­ri boş durmuyordu. Beni Sakîf hâlâ Taif’e
girilmez diye kendileriyle övünebilirlerdi; fakat şimdi tüm yönlerden uzak ve
geniş Müslüman topluluklarıyla sarılmışlardı ve gönderdikleri her kervan
yağmalanabilirdi. Hatta deve ve koyunları bile Malik’in adamları alır diye
otlamaya dışarı çıkaramıyorlardı. Yanısıra Malik’in adamları ellerine dü­şen
Sakif’iiler, putperestlikten vazgeçmedikçe serbest bı­rakmayacaklarını ve öldüreceklerini
ilân etmişlerdi. Birkaç ay sonra Taif’liler Peygambere (s.a.v.) İslâm’ı kabul
ede­ceklerini bildiren, buna karşılık halkın, mallarının ve top­raklarının
güvenlikte olmasını isteyen bir anlaşma yap­mak üzere bir delege göndermekten
başka seçenekleri ol­madığına karar verdiler.

Tebük’ten Ramazan’ın
başında dönülmüştü. Aynı ay içinde Taiften delegeler Medine’ye geldi. Delegeler
konuk­severce karşılandılar ve onlar için mescidin yakınma bir çadır kuruldu.
Eğer Müslüman olurlarsa yerleşim bölge­lerinin îslâm devletinin koruması
altında olmasına karar verildi. Fakat Peygamber (s.a.v.î onların ba^ı
isteklerini kabul etmedi. Delegeler Lafın üç yıl kadar tahrip edilme­di den
durmasını istediler. Peygamber (s.a.v.} bu isteği geri çevirince iki yıla, sonra
bir yıla indirdiler, en sonunda bir ay mühlet istediler. Peygamber Cs.a.v.)
buna da hayır de­di Daha sonra ona putlarını kendi elleriyle tahrip etmeme­leri
ve hergun beş vakit namaz kılmamaları için yalvardı­lar. Onlara: «Namaz olmayan
dinde hayır yoktur» diyerek namaz kılmaları gerektiğini söyledi. Fakat
putlarını kendi elleriyle tahrip etmemeleri konusundaki önerilerini kabul etti.
Urve’nin yeğeni Muğire’ye delegeler ile birlikte gitme­sini ve Mekke’den
kendisine yardım etmek üzere Ebu Süf-yan’ı alıp Lat’ı tahrip etmesini emretti.

Müslüman olduktan
sonra delegeler Ramazan’ın geri kalanını Medine’de oruç tutarak geçirdiler ve
daha sonra Taife döndüler. Ebu Süfyan gruba Mekke’de katıldı, fakat putu kıran,
tek elli Muğire idi. Muğire’nin kabilesi, Urve ile aynı kaderi paylaşmasından
korkarak onun için bazı koruma önlemleri almışlardı. Fakat kınlan put için
feryat eden kadın seslerinden başka bir müdahale olmadı.

Şehrin teslim olmasına
en çok üzülen iki kişi, ne şeh­rin vatandaşı ne de Lat’m bağlılarmdandı.
Peygamber (s. a. y.) Mekke üzerine yürüdüğünde, Hanzala’nm babası Ebu Amir ve
ciritçi Vahşi, kendilerine yenilmez bir şehir olarak görünen Taife
sığınmışlardı. Fakat şimdi nereye sı­ğınabileceklerdi? Ebu Amir, Suriye’ye
kaçtı ve orada ken­di kendine ettiği bedduayı yerine getirerek «yalnız ve yu­vasız
bir sürgün» olarak öldü[1].
Sakîf li bir adam Peygam­ber (s.a.v.)’in Müslüman olan hiç kimseyi
öldürmediğini söylediğinde Vahşi hâlâ nereye gidebileceğini düşünüyor­du.
Vahşi, bunun üzerine Medine’ye gitti, Peygamber (s.a. v ) ‘e gidip kelime-i
şehadet getirdi. O, böyle yaparken mü’-m inlerden biri onu Hamza’yı öldüren
köle olduğunu anladı ve: «Ey Allah’ın Rasulü, bu Vahşi» dedi. «Olsun» dedi Pey­gamber
(s.a.v.), «Çünkü bir kişinin İslâm’a girmesi benim içm bin kâfiri öldürmekten
daha iyidir». Daha sonra gözle­ri, önündeki siyah yüzde gezindi:    «Gerçekten sen Vahşi misin?» diye sordu. Adam
doğrulaymca: -Otur ve Hamzayı nasıl öldürdüğünü bana anlat» dedi. Adam
anlatmayı bitirdiğinde Peygamber ,(s.a.v.): Yazıklar olsun, yüzünü benden uzak
tut, bırak da sana bir daha bakmayayım»[2] dedi.

Ebu Amtr’in kuzeni îbn
Ubey’e gelince, Tebûk’ten bir ay sonra hastalandı ve birkaç hafta sonra ölmek
üzere ol­duğu anlaşıldı. Eski kaynaklar, onun nasıl öldüğü (mü’min olarak mı,
münafık olarak mı) konusunda farklı görüşler öne sürmüşlerdir. Fakat Peygamber
(s.a.v.î’in onun başın­da cenaze namazı kıldığı ve kabri başında dua ettiği ko­nusunda
hepsi aynı fikirdedirler. Bir kaynağa göre Ömer (r.), Peygamber (s.a.v.î namaz
için yerini aldığında onun yanına gitmiş ve bir münafığa bu kadar lütufta
bulunma­ması için ona karşı çıkmıştı. Peygamber (s.a.v.) ona gülüm­seyerek şu
cevabı verdi: «Ömer, arkama geç. Bana bir se­çenek verildi, ben de seçtim.
Bana:

«Sen, ister onlar İçin
bağışlanma dile ya da istersen onlar tçin bağışlama dileme. Onlar için yetmiş
kere bağışlama di’:sen de, Allah onları kesinlikle bağışlamaz» (Tevbe: 5)   ,

denildi. Eğer yetmiş
defadan fazla bağışlanma dilediğimde Allah’ın onları bağışlayacağını bilsem dualarımın
sayısını artırırdım»[3]. Daha
sonra namazı kıldırdı, tabutun yanında mezarlığa kadar yürüdü ve mezarın
başında durdu. Bun­dan kısa bir süre sonra münafıklar hakkında, şu ayet na­zil

«Onlardan ölen bitinin
namazım hiçbir zaman kılma, mezarı başında durma. Çünkü onlar Allah’a ve
Rasulüne (karşı) küfre sap­tılar ve fasıklar olarak öldüler.» (Tevbe: 84).
Fakat başka kaynaklara göre[4] bu
âyet Tebûk’ten dön­dükten hemen sonra nazil olan vahyin bir bölümü idi. Bu âyet
İbn Ubey’e uygulanamazdı, çünkü Peygamber onu hastalığı sırasında ziyaret etmiş
ve Ölümün yakınlığının onu değiştirdiğini görmüştü. İbn Ubey, Peygamber
(s.a.v.) -den öldüğünde kefenlenmek için bir elbisesini ve kabre kadar
tabutunun yanında gitmesini istemiş, O da bunu kabul etmişti. Daha sonra da:
«Ey Allah’ın Resulü, ümit ederim ki tabutumun yanında dua eder ve günahlarımın
affı için Allah’tan bağışlanmamı dilersin» demişti. Pey­gamber (s.a.v.) yine
kabul etmiş ve O Öldükten sonra da sözünü yerine getirmişti. Tüm bu olaylar
sırasında ölen adamın oğlu Abdullah da vardı.

Peygamber (s.a.v.)’e
elçiler gönderen tek kabile Saklf değildi. «Heyetler yılı» olarak anılan
Hicret’in bu dokuzun­cu yılında Medine’ye Arabistan’ın her tarafından daha bir
çok elçiler geldi. Bunlar arasında Yemen’in çeşitli bölgele­rinden gelen
elçiler ve putperestliği bırakıp Müslüman ol­duklarını duyuran dört Himyerli
Prensin mektupları da vardı. Peygamber (s.a.v.) onlara samimiyetle cevap verdi;
onlara İslâm’ın emirlerini haber verdi. «Dinine bağlı olan bir yahudi veya bir
hristiyanın dininden döndörülmeyece-ğini, fakat cizye (haraç) ödeyip, Allah’ın
Rasulü’nûn hi­mayesi altında olacağını»[5]
belirterek yahudi, hristiyan ve Müslümanlardan vergi toplamak üzere göndereceği
elçile­re iyi davranmalarını emretti. Dinsel ayrılıklarla ilgili ola­rak   nazil
olan bir âyette şöyle denilfyordu.:

«Sizden her biriniz
için bîr şeriat ve bir ydl yöntem kıldık. Eğer Allah[6]
dileseydi, sizi bir tek ümmetten kılardı; ancak (bu) si­ze verdikleriyle sizi
denemesi İçindir. Artik hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah’adır.  Hakkında    
anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir» (Maide: 48).

Gelen heyetlerin
hepsinden sonuç alınamıyordu. Bı’r Ma’un’daki katliamdan sorumlu olan Amir İbn
Tufeyl şim­di Beni Amir’in başına gelmiş ve kabilesinin baskıları so­nucunda
Medine’ye gelmek zorunda kalmıştı. Fakat cahil bir adamdı. İslâm’a karşılık
Peygamber (s.a.v)’den kendi­sini halifesi olarak ilân etmesini istedi.
Peygamber (s.a-v.). «O ne senin içindir ne de kabilen içindir» dedi. «O halde»,
dedi Amir, «Sen şehirlileri yönet, bana da göçebeleri ver… «Hayır» dedi.
Peygamber (s.a.v.); «fakat sana süvarilerin idaresini veriyorum, çünkü sen
atlardan anlayan bir adam­sın.» Bedevi lider için bu yeterli değildi. Hor
görerek; «Bir-şeyim olmayacak mı yani?» dedi. Geriye dönerek: «Her ta­rafı sana
karşı atlılar ve yayalarla dolduracağım» dedi. O gittikten sonra Peygamber
(s.a.v.) dua etti. «Allah’ım, Be­ni Amir’e hidayet ver ve Tufeyl’in oğlu
Amir’in şerrinden İslâm’ı kurtar.» Amir yolda bir saldırıya uğradı ve eve varmadan
öldü. Kabilesi yeni bir temsilci kurulu gönder­di ve anlaşma yapıldı. Şair
Labîd (r.) de elçilerden biriydi ve Müslüman olmuştu. Bundan sonra şairliği
bırakmak is­tediği söyleniyordu. «Buna karşılık ‘ Allah bana Kur’an’ı verdi»
demişti. Fakat yine de yeteneklerini dinin hizmetin­de   kullanarak Ölünceye dek şiir yazmaya devam
etti.

Hac zamanı
yaklaşıyordu. Peygamber (s.a.v.) hacılarla ilgilenme görevini Ebu Bekir (r.)’e
verdi. Ebu Bekir (r.) Medine’den üçyüz kişiyle yola çıktı. Fakat onlar
gittikten kısa bir süre sonra, Müslüman ve müşrik Mekke’ye giden tüm hacıların
duyması gereken önemli bir âyet nazil oldu. Peygamber (s.a.v.) «Bana benim
ailemden birinden başka­sı temsilci olamaz» dedi ve Ali (r.) ‘e tüm hızıyla
gidip hacı­lara yetişmesini söyledi, inen âyetleri Mina’da okuyacak ve o yıldan
sonra Kâ’be’ye çıplak girilemeyeceğini ve put­perestlerin son defa Haç
yaptıklarını ilân edecekti.

Ali Cr.) yetiştiğinde
Ebu Bekir (r), topluluğa kuman­da etmek üzere mi geldiğini sordu. Ali (r.) onun
kumandası altında olacağını söyledi ve birlikte yola çıktılar. Na­mazları Ebu
Bekir kıldırdı ve hutbeleri de o okudu. Bay­ram günü, tüm hacılar kurbanlarını
kesmek üzere Mina vadisinde toplandıklarında Ali (r.) ilahî mesajı açıkladı.
Mesajın konusu, putperestlere serbestçe gidip gelme için dört ay mühlet
verildiği, bu süreden sonra Allah’ın ve Ra-sulü’nün onlara, karşı bir
sorumlulukları    olmayacağıydı.

Onlara savaş ilan
edilmişti. Bundan sonra görüldükleri yerde öldürülecek ya da esir alınacaklardı[7]. İki
istisna ya­pılmıştı Peygamber (s.a.v.)’le özel anlaşması olan ve bu an­laşmaya
uyanlar anlaşma süresi bitinceye etek güvenlikte olacaklardı, eğer bir
putperest himaye isterse ona himaye verilecek, îsîâm ona tebliğ edildikten
sonra emin bir yere yerleştirilecekti. Putperestlerin çıkarılmasıyla sadece
tica­retlerinin durgunlaşacağını değil değerli hediyelerden de mahrum
kalacaklarını zanneden yeni Müslüman olan Mekke’lilere hitaben yeni bir âyet
nazil olmuştu:

«Ey iman edenler,
müşrikler ancak pisliktirler; öyleyse bu yıl­larından sonra artık Mesciâ-i
Harama yaklaşmasmlar. Eğer ihtiyaç içinde kalmaktan korkarsanız. Allah dilerse
sizi kendi fazlından zengin kılar. Hiç şüphesiz Allah bilendir, hüküm ve hikmet
sahibi olandır.» (Tevbe: 25).

Peygamber (s.a.v.)
Hicret’ten sonra onuncu yıl olan ertesi yıl hemen hemen tümünü evde geçirdi.
İbrahim, yü­rümeye başlamıştı ve henüz Konuşmaya başlıyordu. Ha­san (r.) ve
Hüseyin (r.)’in, Zeyneb Cr.) adında bir kızkar-deşleri olmuştu ve Fatıma (r.)
dördüncü bir çocuk bekli­yordu. Ailenin diğer yakınları arasında Cafer (r.)’in
üç oğlu vardı. Cafer’in ölümünden sonra Esma (r.) ile evlen­diği için bu üç
çocuk Ebu Bekir (r.)’in üvey oğullan olu-

yordu. Esma (r.) da
bir bebek bekliyordu. Peygamber (s.a. v). Esma’nm kardeşi Ümmü’1-Fadl (r.)’ı çok
severdi. Mek­ke’de iken sık sık onu ziyaret etmek adetiydi. Abbas (r.)
Medine’ye yerleştiğinden beri yine sık sık ziyaret ediyordu. En büyük oğulları
Fadl fr.) olgunlaşmış ve Peygamber (s. a.v.) tarafından sevildiğini gösteren
birçok olayla karşı­laşmıştı. Bunlardan biri de, Peygamber (s.a.v.)’in Meymu-ne
(r.)’de kaldığı zamanlar, yeğeni Fadl (r.)’ı onunla-bir­likte kalmaya davet
etmesiydi.

Delegeler bir önceki
yıl gibi gelmeye devam ediyordu Bunlardan biri, Peygamberle (s a.v) anlaşma
yapmak isteyen Necran hris Uyanların d andı. Onlar Bizans yönetimin-deydiler ve
geçmişte Konstantinapol’den birçok yardım gör­müşlerdi. Altmış itişi olan
delegeleri Peygamber (s a.v.) Mescid’de kabul etti. Onların dua etme vakti
geldiğinde Peygamber (s.av.) onların doğuya dönerek dua etmelerine izin verdi.

Kaldıkları sürece
yapılan görüşmelerde birçok ilkelere değinildi, isa’nın kişiliği hakkında
Peygamber (s.a.v)’le arasında birçok anlaşmazlıklar çıktı. Bunun üzerine şu
âyetler nazil oldu-

«Şüphesiz, Allah
ka’ında İsa’nın durumu, Adem’in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı[8],
sonra da «ol» demesiyle o he­men oluverdi. Gerçek, Rabbindendir. öyleyse
kuşkuya kapılanlar­dan olma. Artık sana gelen bunca ilimden sonra, onun
hakkında seninle «çekişip-tartışmalcra girişirlerse» de ki: «Gelin oğullarımı­zı
ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve ken­dinizi
çağıralım, sonra kcrşthkh lanctleşelim de Allah’ın lanetini ya­lan söylemekte
olanların üs’üne kılalım.» (Al-i Imran: 59-61}.

Peygamber (s.a.v.) bu
âyetleri hristiyanlara okudu ve onları kendisi ve ailesi ile buluşup âyette
Önerilen şekilde

anlaşmazlığı çözmeye
davet etti. Onlar düşüneceklerini söylediler, ertesi gün Peygamber (s.a.v.)’e
geldiklerinde, Ali (r.)’nin, Fatıma lr.)’nın ve iki oğullarının yanında ol­duğunu
gördüler. Peygamber (s.a.v.) büyük bir aba giy­miş ve hepsini de içine alacak
şekilde yaymıştı. Bu neden­le bu beş kişiye, «ehl-i aba» denirdi. Hristiyanlara
gelince, anlaşmazlığı artık daha fazla devam ettiremeyeceklerini anladılar.
Peygamber (s.a.v.î onlara, vergi vermeleri karşı­lığında kendilerinin,
kiliselerinin ve tüm diğer mallarının İslâm devletinin koruması altında
olacağını vadeden bir anlaşma yaptı.

Bu yılın ilk aylarında
süren neşeli mutluluk İbrahim’­in hastalanmasıyla birlikte sona erdi. Bir süre
sonra onun uzun süre yaşamayacağı ortaya çıktı. Onu annesi Mariye (r.) ve
teyzesi SirînCr.) tedavi ediyorlardı. Peygamber (s. a.v.) onu sık sık ziyaret
ed’yordu ve ölürken yanındaydı. Çocuk son nefesini verdiği ide kucağına aldı ve
gözlerin­den yaşlar boşandı. Onun yas ve feryadları yasaklaması, ölüm
sonrasındaki tüm üzüntü belirtilerini de yasaklamış olduğu anlaşılıyordu. Bu
yanlış anlama hâlâ bazı zihinleri meşgul ediyordu. Abdurrahman İbn. Avf (r.):
«Ey Allah’ın Rasulü, sen bunu ağlamasını kastederek yasaklama­dın mı?
Müslümanlar seni ağlarken görürlerse onlar da ağ­larlar» dedi. Peygamber
(s.a.v.) yine ağlamaya devam etti ve konuşabilecek hale geldiğinde: «Ben bunu
yasaklama­dım. Bunlar acıma ve merhamet belirtileridir. Merhametli olmayana merhamet
olunmaz. Ey ibrahim, eğer tekrar bu­luşma va’di olmasa, bu herkesin geçmek
zorunda olduğu bir yol olmasa ve son gelenimizin ilk gidene yetişeceğini bil­in
eşek, senin için daha fazla üzülürdük. Yine de senin için çok üzülüyoruz, ey
İbrahim. Göz ağlar, kalb hüzünlenir, Allah’ın gücüne gidecek birşey
söylemiyoruz» [9]dedi.

İbrahim’in Cennette
olduğunu söyleyerek Mariye (r.) ve Şirin (r.)’i teselli etti. Onları bir müddet
yalnız bıraka tıktan sonra Abbas (r.) ve Fadl (r.) ile birlikte döndü, îki yaşlı
adam oturmug onu seyrederken genç adaın cenazeyi yıkadı. Daha sonra, cenaze
mezarlıktaki küçük mezarına kondu. Üsame (r.) ve Fadl Cr.) çocuğu mezara
uzattıktan sonra Peygamber Cs.a.v.) cenaze namazını kıldırdı ve kab­rin başında
oğlu için dua etti. Mezara toprak atıldığında hâlâ mezarın başındaydı. Daha.
sonra bir kırba su getirme­lerini ve mezarın üstüne serpmelerini emretti.
Atılan toprağın yüzeyinde dengesizlik vardı, buna işaret ederek: Sizden biriniz
birşey yaptığında, onu mükemmel yapsın» dedi. Toprağı eli ile düzelterek
yaptığı iş için «Bu ne iyilik ne de zarar verdi, fakat hüzünlenenin gönlünü
ferahlattı»[10] dedi.

Peygamber (s.a.v.)
birçok kez, yaptığı her dünyevi işte kişinin mükemmeli araması gerektiğini
vurgulamıştır. Bir­çok sözü de bu amacın dünyevi olmadığını ve uhrevi ol­duğunu
belirtir. Ali, Peygamberin (s.a.v.) bu konudaki tu­tumunun şu sözlerle
özetlenebileceğini söylemiştir: «Her za­man yaşayacakmış gibi bu dünya için,
yarın ölecekmiş gi­bi ahiret için çalış.» Her zaman ayrılmaya hazır olmak, her
zaman uhrevi olmaktır. Peygamber (s.a.v.): «Bu dünyada bir garip veya bir yolcu
gibi ol»[11] demiştir.

İbrahim’in öldüğü gün,
cenaze gömüldükten sonra bir güneş tutulması olmuştu. Bazıları bunu Peygamber
(s.a. v’Jin üzüntüsüne bağladılar. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.): «Ay ve
güneş Allah’ın işaret ayetlerindendir. Onla­rın ışığı hiçbir insanın ölümü için
kesilmez. Onların tutul­duğunu görürseniz, aydmlanmcaya kadar dua edin.»[12]
dedi.

 



[1]   Bak   Bol. 30

[2] I. I. 536.

[3] I. I. 0L7.

[4] Mirkhand, Ravdat os-Sâfa II Cilt, 2. 55, 671-2 eski
kaynakları zikredcr. Brk. B. XXIII,   76

[5] I. I. 953

[6] Daha ünce de belirttiğimiz gibi Kur’an’da   birinci şahıstan üçuncu şahısa (Biz…
Allah) geçiş sık  sık kullanılır.

 

[7] Bismillah er-Rahman er.Rahim kelimeleriyle başlamayan
tek curo olan Tcvbe Suresinin başında .esirgeme ve bağışla­ma iü]mlorinin
zikrcdilmemesi bu mesaim sertliğini vurgu­lar.

[8] Buradaki sözler «annesinin rahminde» diye
anlaşılmalıdır, Çünkü Isa’nın, Adem’in yaratılışı gibi birden bire yetişten
olarak: yaratılması  sözkonusu değildir.

 

[9] I. S.   I/l,
88-9.

[10] Agc.

[11] B. LXXXI, 3.

[12] I. S. I./l, 88-9.

İlgili Makaleler