Hz. Muhammedin Hayatı

Mekke’nin Fethî Hz. Muhammedin Hayatı

 

75.   MEKKE’NİN FETHÎ

 

Çadırlar develere
yüklendikten sonra Peygamber (s.a. v.) bayrak ve sancakların kendisine
getirilmesini istedi. Hepsini teker teker açtı ve seçtiği adamlara verdi.
Ab-bas’a vadinin en dar yerine kadar Ebu Süfyan’a eşlik et­mesini ve orada
durup, ordu oradan geçerken- ne kadar büyük olduğunu gözlemelerini söyledi. Ebu
Süfyan’ın da­ha sonra Kureyşlilere gidip mesajı iletecek zamanı olacak­tı.
Çünkü tek bir adam, bir ordunun geçemeyeceği kestir­me yollardan giderek
Mekke’ye daha kısa bir sürede ula­şabilirdi.

Ebu Süfyan ileride
görülen bir bölüğün başındaki ada­ma işaret ederek: «Bu kim?» dedi. Abbas:
«Velid’in oğlu Halid» dedi. Halid (r.) onların yanından geçerken üç tek­bir
getirdi: «ALLAHU EKBEB!» Halid’in yanında Süleym’in atı vardı. Onları beşyüz
kadar Muhacir ve diğerlerinden oluşan bölüğün başında yeşil sarıklı Zübeyr frj
izliyordu. O da Ebu Süfyan’ın yanından geçerken üç kez tekbir ge­tirdi.
Adamlarının bir ağızdan onun söylediklerini tekrar -îamasıyla tüm vadi
yankılandı. Ordu, bölük bölük Ebu Süfyan’ın önünden geçiyordu; o her seferinde
onların kim olduğunu soruyor, ve her seferinde hayret ediyordu. Ya o kabile
Kureyş’İn etkisinden çok uzakta olduğu ya da Ga-tafan kabilesinin Aşça’ kolunda
olduğu gibi daha Önceden

Peygamber’e düşman
kabileler bulunduğu için Ebu Suf-yan çok şaşırıyordu. Aşça’ kabilesinin
sancaklarından bi­rini, daha önceden kendisinin ve Süheyl’in en yakın arka­daşları
olan Nuaym taşıyordu.

Ebu Süfyan «Araplar
içinde bunlar, Muhammed Cs.a. v.)’in en azılı düşmanlarıydı» dedi. Abbas ona şu
cevabı verdi: «Allah onların kalbine İslâm’ı soktu; bütün bunların hepsi
Allah’ın lütfü».

En son geçen
bölüklerden biri de Peygamber (s.av.)’in sadece Muhacirlerden ve Ensardan
oluşan kendi bölüğüydü. Üzerlerindeki çeliklerin parıltısı onlara gri-siyah bir
gö­rünüm veriyordu. Çünkü hepsi tepeden tırnağa zırh giy­mişlerdi ve sadece
gözler görülebiliyordu. Peygamber ken­di sancağının keşif koluna liderlik eden
Sa’d İbn Ubade’ye vermişti. Sa’d yolun kenarında iki adamın yanından geçer­ken:
«Ey Ebu Süfyan, bu ölüm günüdür. Bugün kutsal ola­nın ihlal edildiği gündür!
Bugün Allah’ın Kureyşi alçalttı-ğı gündür!» diye bağırdı. Peygamber (s.a.v.)
Kesva’nın üs­tünde bölüğün ortalarmdaydı. tki tarafında Ebu Bekr (r.) ve Useyd
(r.) vardı. Peygamber (s.a.v.î onlarla konuşur­ken Ebu Süfyan duyulabilecek
şekilde: «Ey Allah’ın Resu­lü» diye bağırdı. «Sen halkının öldürülmesini mi
emret­tin?» Daha sonra ona Sa’d’in söylediklerini anlattı. «Allah aşkına senden
halkın adına rica ediyorum. Çünkü sen in­sanlar arasında en merhametli, en
Dağışlayıcı ve soyuna en çok acıyansın» dedi. Peygamber (s.a.v.): «Bugün merha­met
günüdür, Allah’ın Kureyş’i yücelttiği gündür» dedi. Daha sonra Abdu’r-Rahman
ibn Avf (r.) ve Osman (r.) yakınında oldukları için ona: «Ey Allah’ın Resulü,
biz Sa’­d’in Kureyşe ani bir saldırıda bulunmayacağından emia olamayız»
dediler. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.), Sa’d sancağı ve bölüğün kumandasını
daha yumuşak tabiatlı olan Kays’a bırakmasını bildiren bir haber gönderdi ve
Kays’m elinde olan sancak yine de Sa’d’la birlikte olacakta. Fakat Sa’d (r.)
Peygamber (s.a.v.)’den doğrudan bir emir almadan sancağı devretmeyi kabul
etmedi. Bunun üzeri­ne Peygamber (s.a.v.), miğferinin üstüne    sardığı kırmızı kanğı çıkardı ve bunu    Sa’d’a bir işaret olarak gönderdi. Sa’d
hemen sancağı Kays’a verdi.

Tüm ordu geçtikten
sonra Ebu Süfyan süratle Mekke’­ye gitti ve evinin dışında ayakta durup
toplanan kalabalı­ğa bağırdı: «Ey Kureyşliler, Muhammed (s.a.v.) karşı koya­mayacağınız
bir güçle burada. Muhammed ts.a.v.) onbin zırhlı adamla burada. O bana benim
evime sığmanın gü­venlikte olacağım söyledi.» Hind evden çıktı ve kocasının
sakalından tutup: «Bu hiçbir işe yaramaz, içi boş yağ tulu­mu Öldürünl Zavallı
koruyucu,* diye bağırdı. Ebu Süf­yan: «Yazıklar olsun sana» dedi, «bu kadının
sizi iyi bir muhakemeye karar kılmanızdan alıkoymasına izin verme­yin. Çünkü
sizin karşınızda karşı koyamayacağınız bir güç var. Fakat Ebu Süfyan’ın evine
girenler güvenlikte olacak.» Onlar: «Allah seni kahretsin, hepimizi senin evin
ahr mı?» dediler. Ebu Süfyan: «Kim evinin kapısını kilitlerse güven­likte
olacak, kim Mescİd’e sığınırsa güvenlikte olacak» ce­vabını verdi. Bunun
üzerine tüm kalabalık dağıldı. Kimi kendi evine, kimileri de Mescîd’e gittiler.

Ordu, şehirden fazla uzak
olmayan ve oradan görüle­bilen Zû Tuva’da kamp kurdu. Burası iki yıl önce
Halid’in Müslümanların yaklaşmasını önlemek için mevzilendiği yerdi. Fakat
şimdi hiçbir direnişle karşılaşmıyorlardı. San­ki şehir bir önceki yıl Umre’ye
geldiklerindeki gibi bomboş­tu. Fakat bu sefer üç gün kalma diye bir sınırlama
yoktu. Kesva bir yere geldiğinde Peygamber (s.a.v.) Allah’ı ta­zim için basını
öne doğru eğdi. Neredeyse sakah semere değiyordu. Daha sonra bölüklerin sağ
kolunu Halid (r.) ‘m sorkolunu da Zübeyr (rJ’in kumandasına vererek düzen­ledi
Merkezde olan kendi bölüğünü de ikiye ayırdı. Yarı­sına Sa’d (r,) ve oğlu,
diğer yarıya da Ebu Ubeyde fr.) ku­manda ediyordu. Emir verildiğinde bu dört
bölük şehrin dört ayrı tarafından içeri gireceklerdi. Halid Cr.) aşağı­dan,
diğerleri de tepelerdeki üç ayrı geçitten.

Ordunun toplandığı
yerin çok yukarılarında, Ebu Ku-beys tepesinde, keskin bir gözün bastonlu bir
ihtiyarla bir kadın olduğunu farkedebileceği iki siluet vardı. Bunlar Ebu
Bekir’in (r.) babası Ebû Kuhafe ile kızkardeşi Kurey-be idi. O sabah
Peygamber’in Zû Tuva’ya vardığı haberi gelince yaşlı ve kör adam kızına
kendisini Ebu Kubeys te­pesine götürmesini ve oradan gördüklerini anlatmasını
is­temişti. Bu ihtiyar, genç ve cesur bir adamken Ebrehe*-nin ordusunu ve
filini görmek için Mekke’nin diğer tara­fındaki tepelere çıkmıştı. Şimdi ise
yaşlıydı ve yıllardan beri kördü. Fakat oğlunun ve torunun da içinde bulundu­ğu
bu onbin kişlik orduyu kızının gözleriyle izleyebilirdi. Kureybe,
görebildiklerini kara ve yoğun bir kitle olarak ta­rif etti. Babası bunların
emir için bekleyen birbirine yak­laşmış atlılar olduğunu söyledi. Daha sonra
Kureybe, bu kitlenin dörde ayrıldığını gördü. Bunu babasına söyledi­ğinde,
babası hızla eve gitmeleri gerektiğini söyledi. Yolla­rına devam ederken
yanlarından atlı bir bölük geçti. As­kerlerden biri atından eğilip Kureybe’nin
gümüş kolyesini çekip aldı. Bunun dışında başka bir saldırıya uğramadılar vd
sağ salim evlerine döndüler.

Onlar Ebu Kubays’da
yalnız değillerdi. Tepelerden bi­rinde İlerime, Safvan ve Süheyl, Kureyş’ten ve
müttefik­leri Bekr ve Hudayl kabilelerinden bir grup asker topla-rmşlardi.
Döğüşmeye kararlıydılar. Halid’in aşağı taraftan şehre girmek için yaklaştığını
görünce onlara saldırdılar. Fakat onlar Halid ve adamlarıyla mukayese edilecek
güçte değillerdi. Halid kendi adamlarından sadece ikisi karşılı­ğında düşmana
otuz kayıp verdirerek kaçmalarını sağladı, îkrime ve Safvan at üstünde sahile
doğru kaçtılar, Sü­heyl ise evine gitti ve kapıyı kilitledi.

Peygamber (s.a.v,),
yukarı Mekke’deki Ezakir geçidin­den şehre girdiğinde çatışma hemen hemen sona
ermişti. Pazar yerinden aşağılara bakıp çekilmiş kılıçları görünce Peygamber
dehşete kapıldı. «Size clögüşü yasaklamamış mıydım?» dedi. Fakat ona bunun
nedenleri açıklandığın­da: «Allah bunu takdir etmiş» dedi,

Ebu Rafi Peygamber’in
kırmızı deriden çadırını Mescid’in yakınma kurmuştu. Peygamber (s.a.v.) bunu
yanın­daki Cabir’e İşaret ederek gösterdi. Şükür ve hamd ile dua ettikten sonra
aşağıya doğru ilerledi. Hiçbir eve girmeyeceğim» dedi.

Ümmü Seleme ( Meymune
(r.) ve Fatma  onu çadırda bekliyorlardı.
O gelmeden kısa bir süre önce Üm­mü Hani de onlara katılmıştı. İslâm hukuku,
Müslüman ka­dınlarla Müşrik erkekler arasındaki nikâhın düştüğünü söylüyordu.
Aynı şey Ümmü Hani’nin Hubeyre ile olan ev­liliği için de geçerliydi. Hubeyre
Mekke’nin fethedileceğini daha önceden anlamış ve Necran’da yaşamaya gitmişti.
Ümmü Hani’nin kocası tarafından iki akrabası —biri Ebu CehiFin kardeşi idi—
Halid’e karşı yapılan savaşta rol al­mışlar ve daha sonra sığınmak için onun
evine gelmişler­di. Daha sonra Ali (r.) onu selâmlamak için evine geldi­ğinde
iki Mahzumiyi gördü. Peygamber’in yasağına rağ­men kızgınlıkla onları Öldürmeye
teşebbüs etti. Fakat Üm­mü Hani onların üstüne bir yaygı örttü ve onlarla
Ali’nin arasına girerek: «Vallahi, önce beni öldüreceksin!» dedi. Bu­nun
üzerine Ali (r.) evi terketti. Ümmü Hani kapıyı onların üstünden kilitleyip
Peygamber’i karşılamaya gitti. Çadırda Fatima (r.)’ya rastladığında Fatuna (r.)
da Ali (rj gibi ona çıkıştı. «Putperestleri himaye mi ediyorsun?» dedi. Fa­kat
Fatıma (rJ’nın sözleri Peygamber’in gelişiyle kısa ke­sildi. Peygamber (s.a.v.)
kuzenini sevgiyle selâmladı. Üm­mü Hani ona olanları anlattığında o:
«Olmayacak. Sen ki­mi emin kılarsan, biz de onu emin kılarız, sen kimi korur­san,
biz de onu koruruz» dedi.

Peygamber s.a.v gusül
abdesti aldı ve sekiz rek’at namaz kıldı. Namazdan sonra bir saat kadar
dinlendi. Da­da sonra Kesva’yı çağırdı. Zırhını ve miğferini giydikten sonra
kılıcım da kuşandı. Elinde bir asa taşıyordu, miğfe­rinin yüz kısmı da açıktı.
O sabah onunla birlikte yolculuk edenlerin bir kısmı çadırın dışında sıra olmuş
bekliyorlar­dı. Peygamber, yanında Ebu Bekir (r.) ile konuşarak Mes-cid’e doğru
ilerlerken onlar da eşlik ettiler.

Peygamber fs.a.v.)
doğruca Kabe’nin güney-doğu kö­şesine gitti. Ve tekbir getirerek
Hacerü’l-Esved’e asasıyla dokundu, Yanındakiler de tekbir getirmeye başladılar.
ALLA HU EKBER sesleri Mescitten ve tüm Mekke’de yankılan­dı Peygamber (s.a.v.)
eliyle susmalarını işaret edene dek Müslümanlar tekbir getirmeye devam ettiler.
Daha sonra Peygamber, devesinin ipi Muhammed bin Meslemenin elinde olduğu halde
Kâ’be’yı tavaf etti. CJmre’de bu şeref bir Hazreçliye verilmişti. Bu nedenle bu
kez bir Evsliye ve­ri i mesi uygun görülmüştü.

Peygamber (s.a.v.)
Kâ’be’den ayrıldı ve onu geniş bir çenber şeklinde çevreleyen toplam
üçyüzaltmış puta yö­neldi. Kâ’be ile o putların arasında şu ayeti okudu;

«Hak geldi, batıl yok
oldu   Kuşku yok,  batıl yok olucudur.»Un o    81)

Daha sonra putlara
teker teker asasıyla dokunarak hepsini yüzüstü düşürdü. Kâ’be’nin etrafındaki
daireyi ta­mamen dolaştıktan sonra, eskiden Kâ’be’ye bitişik olan ib­rahim
makamında bineğinden indi. Ve namaz kıldı. Daha sonra Zemzem kuyusuna gitti ve
Abbas’m verdiği suyu iç­ti. Haşimilerin geleneksel hacıları sulama görevlerini
de böylece tasdiklemiş oluyordu. Fakat Ali Kâ’be’nin anah­tarlarını
getirdiğinde ve Abbas onları taşıma görevinin de kendi ailelerine verilmesirn
istediğinde, Peygamber (s.a. v.): -Size sadece kaybettiğiniz şeyi veriyorum,
diğerlerinin kaybı olacak bir şeyi değil.» cevabını verdi. Daha önceden Halid
ve Amr ile birlikte Medine’ye gelen Abdu’d-Dar ka­bilesinden Osman ibn Talha’yı
çağırdı ve anahtarları ona vererek onun ailesinin bu hakka sahip olduğunu
belirtti. Osman saygıyla anahtarları aldı ve arkasında Peygamber (s.a.v} olduğu
halde Kâ’be’nin kapısını açmaya gitti. On­ların hemen arkasında da Üsame ve
Bilâl vardı. Peygam­ber (s.a.v.) onlara arkasından içeri girmelerini emretti.
Ve Osman’a kapıyı arkalarından kilitlemesini söyledi.

Bakire Meryem ve çocuk
İsa İkonu ile ibrahim olduğu söylenen yaşlı bir adam resmi dışında iç
duvarların tama­mı putperest tanrı resimleriyle doluydu. Peygamber elini korur
gibi İkonun üstüne koyarak, Osman’a, İbrahim dışındaki bütün resimlerin nasıl
bozulduğuna dikkat etme­sini söyledi[1].

Bir süre içeride
kaldı, sonra anahtarı Osman’dan ala­rak kapıyı açtı. Anahtar elinde olduğu
halde kapının önün­de ayakta durdu ve: «Vadinde duran, kuluna yardım eden ve
kabileleri bir araya getiren bir olan Allah’a hamdol-sun» dedi. Mescide sığman
Mekke’lilere daha Önceden ev­lerine sığınan birçok kişi katılıyordu. Hepsi
Kâ’be’nin ya­kınında orada burada oturuyorlardı. Peygamber (s.a.vj hıtabederek:
«Ne diyorsunuz ve ne düşünüyorsunuz?» dedi. Onlar şu cevabı verdiler: 4yi
söylüyoruz ve iyi düşünüyo­ruz. Soylu ve cömert bir kardeş, soylu ve cömert bir
karde­şin oğlu. Emir senindir.» Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) onlara
Mısır’da kardeşleri kendisine geldiğinde Yusuf’un söylediği sözleri tekrarladı:
«Ben kardeşim Yusuf’un söyle­diklerini söylüyorum:

«Bugün sîze karsı sorgulama
kınama yoktur. Sizi Allah bağış­lasın, O merhametlilerin en merhametlisidir.»
(Ra’d: 92).

Ebu Bekir (r.)
babasını ziyaret etmek için Mescit’ten ayrılmıştı. Şimdi ise Ebu Kuhafe’nin
elinden tutmuş Mes-cid’e giriyordu. Kızkardeşi Kureybe de onların arkasındaydı.
Peygamber (s.a.v.) «Neden yaşlı adamı evinde bı­rakmadın? Ben oraya giderdim.»
dedi. «Ey Allah’ın Resulü» dedi, Ebu Bekir (r.), «Onun sana gelmesi, senin ona
git­menden daha uygundur.» Peygamber yaşlı adamın elemden tuttu ve önüne
oturttu. Sonra ona kelime-i şehadet getirmesini söyledi. O da hemen onun
sözlerini tekraryarak Müslüman oldu.

Düşürülen putların en
büyüğü olan Hubel’in parça parça edilip sonra da yakılmasını emrettikten sonra
Peygamber (s.a.v.), evinde bir putu olan herkesin o putu tah­rip etmesini
istedi. Daha sonra ailesini ilk İslâm’a davet ettiği yer olan Safa tepesine
çekildi. Orada daha önceden kendisine düşman olan şimdi ise Müslüman olup ona
biat etmek isteyen kadınlı erkekli bir gurupla karşılaştı. Yüz­lerce kişi
vardı. Müslüman olduğunu açıklamadan önce Peygamber’in kendisine ölüm cezasını
vermesinden korkan Hind tanınmamak için peçe takmıştı. «Ey Allah’ın Resulü,
benim kendim için seçtiğim dini muzaffer kılan Allah’a hamdolsun» dedi. Daha
sonra peçesini çıkardı ve «Utbe’-nin kızı Hind» dedi. Peygamber (s.a.v.} de
ona: -Hoşgeldin» dedi. Safaya gelen kadınlardan biri de îkrime’nin ka­rısı Ümmü
Hâkim (r.) idi. Müslüman olduktan sonra ko­cası için dokunulmazlık istedi.
îkrime hâlâ onunla savaş halinde olduğu halde Peygamber (s.a.v.) ona dokunulmaz­lık
hakkı verdi. Ümmü Hâkim kocasının nerede olduğu­nu öğrendi ve onu geri getirmek
için gitti.

Peygamber (s.a.v.)
önünde toplanan kalabalığı süzdü ve amcasına dönerek. «Ey Abbas, kardeşinin iki
oğlu, Utbe ve Mu’attib neredeler? Onları göremiyorum» dedi. Bunlar Ebu Leheb’in
yaşayan iki oğluydu. Babasının zoruyla Ru-kiye’yi boşayan Utbe idi. Ve görünüşe
göre şimdi ortaya çıkmaktan korkuyordu. Peygamber (s.a.v.): «Onları bana getir»
dedi. Bunun üzerine Abbas yeğenlerini getirdi, îki-si de Müslüman oldular. Ve
biat ettiler. Daha sonra ikisi­nin de ellerinden tutup İkisinin arasında
yürüyerek onları el-Mültezem denilen ve Kâ’be’nin Hacerü’I-Esved’le kapısı arasında
duvarı meydana getiren kutsal yere götürdü. Orada uzun uzun dua etti. Yüzünden
sevinç okunuyordu. —Merak eden Abbas sordu— O da: «Rabbim’den bu iki amcâoğhınu
istedim, o da verdi»* dedi.

En önemli üç put
merkezinden, Mekke’ye en yakın ola­nı Nahle’deki el-Uzza tapmağı idi. Peygamber
(s.a.v.), Ha-lid (r.)’i bu putperestlik merkezini yoketmek üzere gön­derdi.
Onun yaklaştığı haberi duyulunca tapınağın bekçisi kılıcını tanrıca heykeline
astı Ve onu kendisini koruyup Halid’i Öldürmeye veya tek Tanrıya inanmaya davet
etti. Halid (r.) tapmağı ve putları yıktı.   
Ve Mekke’ye döndü.

Peygamber (s.a.v.)
ona: «Hiçbirşey görmedin mi?» diye sordu. «Hiçbirşey» cevabını verdi Halid.
Peygamber (s.a.v.)) «O halde onu yoketmedin» dedi. «Geri dön ve onu yoket.»
Bunun üzerine Halid tekrar Nahle’ye gitti. Tapmağın hara­beleri arasından uzun
ve savrulan saçlarıyla çml çıplak bir kadın çıktı. Halid daha sonraları:
«Omurgam titreye­rek sarsılmıştı» derdi. Yine de «Uzza, ibadet değil, inkâr
senin içindir» diye bağırdı. Kılıcını çekip kadının üstüne indirdi. Döndüğünde
Peygamber’le şöyle konuştu: «Bizi mahvolmaktan kurtaran Allah’a hamdolsun! Yüz
kadar koyun ve deveyle birlikte babamın el-Uzza’ya gitmesine alışmıştım. Onları
Uzza için kurban eder, orada üç gun ka­lır ve yaptıklarıyla onu sevindirerek
bizim tarafımıza çe­virdiğini sanırdı.»[2].

O sırada Mekkelilerin
çoğu biat etmişlerdi. Süheyl ise biat etmemiş, fakat evine sığınıp oğlu
Abdullah’dan Pey-gamber’e kendi adına gidip rica etmesini istemişti. Çünkü
kimsenin öldürülmeyeceği ilan edilmiş olmasına rağmen Süheyl kendisinin bu
kapsamın dışında yer aldığım sanı­yordu. Abdullah Peygamber’Ie konuştuğunda
Peygamber (s.a.v.): «O güvenliktedir ve Allah’ın hrmayesindedir Bıra­kın ortaya
çıksın» dedi. Sonra etrafındakilere dönerek: «Karşılaştığınızda Süheyl’e kem
gözle bakmayın! Bırakın serbestçe dolaşsın, çünkü hayatıma andolsun o akıllı ve
şe­refli bir adamdır; tslâm gerçeğine karşı kör biri değildir» dedi. Böylece
Süheyl istediği şekilde gezdi, fakat henüz İs­lâm’a girmemişti.

Saffan’a gelince, kuzeni
Umeyr onun için Peygamber’den iki aylık bir müddet aldı ve onu bulmak için yola
ko­yuldu. Onu, o zamanlar Mekke’nin bir limanı olu Şu’aybe’-de gemi beklerken
buldu. Saffan şüphe içindeydi. Ve plan­larını değiştirmeyi reddediyordu. Bunun üzerine
Umeyr tekrar Peygamber (s.a.vj’in yanına döndü. Peygamber (s.a.v.) de ona
kuzeninin güvenlikte olduğunun bir işare­ti olarak çizgili Yemen kumaşından
sangını verdi. Bu Saffan’ı ikna etmeye yetti, fakat o daha fazla emin olmak is­tiyordu.
«Ey Muhammed (s.a.v.)» dedi, «Umeyr bana bel­li birşeyde karar kılarsam
—Müslüman olmayı kastediyor­du— güvenlikte olacağımı, eğer kabul etmezsem bana
iki ay mühlet verdiğini söyledi.» Peygamber (s.a.v.): «Burada kal» dedi. Fakat
Saffan: «Bana açık bir cevap vermedikçe kalmam» dedi. Bunun üzerine Peygamber:
«Senin İçin dört aylık mühlet var,» dedi. Saffan da Mekke’de kalmayı ka­bul
etti.

İkrime, bu üç kişi
içinden Peygamber’in huzuruna ge­len sonuncu kişiydi. Fakat onlar arasından
Müslüman olan ilk kişi de oydu. Tihame sahilinden Habeşistan’a giden bir gemiye
binmeye karar vermişti. Tam gemiye binecekken geminin kaptanı «Allah ile aranda
olan dini düzelt» dedi. ikrime: «Ne demeliyim?» deyince, o «Allah’tan başka
ilah yoktur, de» cevabını verdi. Sonradan bunu söylemeyen kimseyi gemisine
almayacağını belirtti. Dört kelimeden oluşan LA İLAHE İLLALLAH cümlesi
İkrime’nin ruhuna işledi ve o anda bu sözleri samimice söylediğini farketti.
Henüz gemiye binmemişti. Çünkü gemiye binmek isteme­sinin tek sebebi bu
sözlerden, yani LA İLAHE ÎLLALLAH’ta toplanabüen Muhammed’in dininden kaçmaktı.
Bunları ge­minin güvertesinde kabul edebildiğine göre kıyıda da ka­bul
edebilirdi. Kendi kendine: «Denizde tanrımız olan ka­rada da tanrunızdır.»
dedi. Daha sonra karısı ona geldi ve Peygamber’in (s.a.v.) onun Mekke’de
güvenlikte olacağı­na söz verdiğini söyledi. Birlikte geri döndüler. Peygamber
onun geldiğini biliyordu, yanındaki arkadaşlarına: «Ebu Cehü’in oğlu îkrime
mü’min olarak aranıza geliyor. Bu ne­denle babasını yermeyin. Çünkü ölüyü yerme
diriyi İnci­tir. Ve ölüye ulaşmaz.» dedi.

Mekke’ye vardığında
îkrime doğruca Peygamber (s.a. v.)’e gitti. Peygamber’in yüzünde çok sevinçli
bir ifade vardı. îkrime Müslüman olduğunu resmen açıkladıktan sonra ona: «Bugün
benden ne istersen iste, o isteğini sa­na vereceğim» dedi. îkrime (r.h «Senden,
benim sana kar­şı tüm düşmanlıklarımı affetmesi için Allah’a dua etmeni

istiyorum» dedi.
Peygamber (s.a.v.) onun istediği şekilde dua etti. Daha sonra îkrime (r.)
insanların Hakk’a uyma­larını engellemek için harcadığı paralardan ve yaptığı
sa­vaşlardan bahsetti; şimdi ise onun iki katı parayı ve çaba­yı Allah yolunda
harciyacağını söyledi ve sözünde durdu.

 

 



[1] W. 834,  
I.   I,  1,  107

 

[2] W. 873-4

 

İlgili Makaleler