Hz. Peygamberin Hayatı Mevdudi

HZ. PEYGAMBER (A.S.)’İN İNSANLIK HALİ



Yedinci Bölüm: HZ. PEYGAMBER (A.S.)’İN İNSANLIK HALİ



7.1. PEYGAMBERLİK VE İNSANLIK



7.1.1. Peygamberin İnsan Olamayacağına Dair Cahiliyye Düşüncesi



7.1.2. Peygamber’in İnsan Olması Neden Gereklidir?



7.2. PEYGAMBERLERİN İNSANLIK HALI



7.2.1. Hz. Adem (a.s.) Bir insandı



7.2.2. Hz. Nuh’un İnsanlık Hali



7.2.3. Hz. Hûd (a.s.) da İnsandı



7.2.4. Hz. Salih ve Şuayb (a.s.)’ın İnsanlık Hâlleri



7.2.5. Hz. Musa ile Harun (a.s.)’un Beşeriyeti



7.2.6. Bütün Peygamberler Beşer (İnsan) dir



7.3. HZ. PEYGAMBER (A.S.) DE BİR İNSANDI



7.3.1. Cahil Düşünce Tarzı



7.3.2. Doğruyu Bulmaktaki Engel



7.3.3. Gören İle Kör Olanın Farkı



7.3.4. Peygamber Bir Melek Olmalıydı



7.3.5. “Peygamber Büyük Bir Adam Olmalıydı”



7.3.6. Hz. Muhammed’in, Hayatını Kazanmasına İtirazlar

 

Yedinci Bölüm: HZ. PEYGAMBER (A.S.)’İN
İNSANLIK HALİ

7.1. PEYGAMBERLİK VE İNSANLIK

7.1.1.
Peygamberin İnsan Olamayacağına Dair Cahiliyye Düşüncesi

Her devirde cahil İnsanlar, bir insanın hiçbir zaman peygamber
ola­mayacağını düşünmüşlerdir. Bundan dolayıdır ki, ne zaman bir peygam­ber
gelmişse, onun normal bir insan olduğunu ve diğer İnsanlar gibi, etlen ve
kemiklerden yapıldığını, yemek yediğini, içliğini, çoluk çocuk sahibi olduğunu
görür görmez kendisinin peygamber olmadığına kanaat getir­mişlerdir. Aynı
peygamber öldükten ve aradan belli bir zaman geçtikten sonra, ona tabi
olanlardan bazıları, kendisinin peygamber olduğu için nor­mal bir insan
olamayacağını ileri sürmeye başlamışlardır. Neticede, bazı­ları onun Tanrı
olduğunu ilân etmiş, bazıları onun Allah’ın oğlu olduğunu sanmış ve bazıları da
Allah’ın ruhunun ona girdiğine inanmıştır. Kısacası, peygamberlik ile insanlığın
bir kişide toplanması cahiller için her zaman içinden çıkılmayacak bir bilmece
olmuştur.

Mekke’liler için zâten bir insanın peygamber olması akıl almaz
bir iş­ti. Sakat fikirlerine göre, Allah’ın mesajını ve emirlerini etten ve
kemikten yapılmış bir insan değil, bir melek getirmeliydi öyle bir varlık ki
yaşaya­bilmesi için yemeye ve içmeye muhtaç olmasın. Yine de, eğer bir insan
peygamber olacak idiyse, o zaman bu çok büyük bir adam olmalıydı. Bir hükümdar
olmalıydı, şöhreti ve şanı her tarafa yayılmış bir kişi olmalıydı. Alelâde
insanların ona yetişmeleri zor olmalıydı. Bu düşünceler nerde, Hz.’Peygamber
(a.s.) nerde? Onlara göre, adı sanı fazla bilinmeyen, her­kes gibi yolları
aşındıran, herkesin onunla görüşmesi, ona yanaşması kolay olan, Üstelik
olağanüstü herhangi bir yanı olmayan bu kişi peygam­ber olamazdı. Başka bir
ifadeyle, bir peygambere, insanlara hidayet için değil, tantana, otorite, göz
kamaştırıcı ve garip şeyler göstersin diye ihti­yaç duyuyorlardı. Onların
düşüncesine göre, Hz. Muhammed (a.s.)’e hiç olmazsa bir melek refakat etmeliydi.
Bu melek, elinde bir kırbaçla halkı korkutmalı ve Peygamber (a.s.)’e itaat
etmeyenlerin Allah’ın gazabına uğ­rayacağını belirterek onları
cezalandırmalıydı. Onlar, Allah’ın bir pey­gamberin böyle sade, fakir, mustarip
ve mazlum olarak görmek istemiyor­lardı. Bir peygamberini başkalarının
hakaretine ve zulmüne uğramasını beklemiyorlardı. En son istekleri de, Allah’ın
Rasûlünün maddi yönden rahat olması, iyi bir iş ve bol gelire sahip olmasıyla
ilgiliydi. Allah’ın Pey­gamber’inin alelâde kabile reislerinden az maddi
imkânlara sahip olması, evi, barkı, bağ bahçesinin bulunmamasından yakınıyor ve
böyle bir kişi­nin Allah tarafından gönderilen bir peygamber olamayacağına
inanıyor­lardı.

Bilgisiz ve budala kimseler öteden beri, Allah’a erişmiş bir
kişinin in­sanlardan üstün olduğuna inana gelmişlerdir. Bu kimseler, insanüstü
güç ve yeteneklere sahip olması gereken bu kişinin her zaman garip ve şaşırtı­cı
şeyler yapmasını beklemişlerdir. Düşüncelerine göre, bu kişinin bir işa­reti,
bir dağı altına dönüştürmesi için yeterli olmalıdır, işaret parmağını şöyle
kaldırmasıyla, yerden defineler çıkmalıdır. Gözlerini şöyle kapadı­ğında her
insanın geçmişi ve geleceğini kitap gibi okumalıdır. Kaybolan şeyleri
bulmalıdır. Bir hastanın ölüp ölmeyeceğini, bir hamile kadının er­kek mi yoksa
kız çocuğu mu doğuracağını bilmelidir. Böyle bir kişi her türlü insanlık
zaafından yoksun olmalıdır. Bu cahil insanların fikrine göre, açlık duyan,
susayan, dinlenme ve uyuma ihtiyacını hisseden, çoluk çocuk sahibi olan, günlük
ihtiyaçlarını karşılamak üzere çarşı pazarda dolaşan, alışveriş yapan,
başkalarından borç alan, parasızlıktan kıvranan bir kişi asla Allah’a erişmiş ya
da peygamberlik mevkiine yükselmiş sayılmaz. Hz. Muhammed (a.s.) peygamberliğini
ilân ettiği zaman çevresindekiler ve Arabistan’ın diğer ahalisi işte böyle
düşünüyordu. Kendisinin Allah’ın peygamberi olduğunu duyunca, kendi akıllarına
göre doğruluğunu ölçmek amacıyla ondan insanüstü söz ve hareketler beklerlerdi,
gaipten haber ver­mesini isterlerdi, ama O’nun alelâde bir insan gibi
davrandığını görünce hayrete düşerlerdi ve kendi kendilerine sorarlardı: Allah,
Allah, bu ne bi­çim peygamberdir? Bunun kansı var, çocukları var ve bizim gibi
sokak­larda yürür, çarşı pazarda alışveriş yapar?

7.1.2.
Peygamber’in İnsan Olması Neden Gereklidir?

İlâhi zikr veya ilâhi mesajın bir peygambere gönderilmesinin
hikmeti­ni anlatırken, Cenab-ı Allah, Nahl sûresinin 44. ayetinde şöyle der:

“Sana da (habibim) insanlara kendileri için indirilen her şeyi
açıkla­yasın diye zikri (Kur’an’ı) indirdik”.

Bu maksat için mutlaka bir insanın peygamber olarak gönderilmesi
gerekiyordu. “Zikr” ya da Kur’ân-ı Kerim melekler vasıtasıyla da
gönderi­lebilirdi, hatta bir kitap şeklinde bütün kullara birer nüshasının
gönderil­mesi de mümkündü. Ne var ki, Allah (c.c.)’ın güttüğü amaç sadece “zikr”in
gönderilmesiyle tamamlanmayacaktı. Amaca varılmak için, bu zikrin üstün
kabiliyetli bir insan tarafından getirilmesi gerekiyordu. Böy­lece bu insan, bu
zikrin çeşitli bölümlerini kullara alıştırarak ve iyice anla­tarak iletebilirdi.
Bu insan, kulların anlayamadığı bazı mevzuları açıklaya­bilir, herhangi bir
şüpheleri varsa onları giderebilirdi. İtirazları olanlara gereken cevabı
verebilir, ikna edilmeleri gerekiyorsa onları ikna edebilir­di. Bu zikri kabul
etmeyen, buna muhalefet eden ve direnenlere karşı da bir peygamberin şanına
yakışır bir şekilde davranabilirdi. Ama bu zikri kabul edenlere de bütün
ayrıntılarını açıklayabilir, gerekliği durumlarda gereken talimatı verebilirdi.
Bunun yanı sıra, bu zikre göre kendi hayatını bir örnek olarak onlara sunabilir,
bireysel ve toplumsal alanlarda onlara gereken eğitimi verebilirdi.

Peygamberin işi, Allah’ın kullarına Allah’ın mesajını iletmekle
bit­miyor. Peygamberin görevleri arasında, bu mesaja göre insanları ıslah etmek
de vardır. Bir peygamber, ilâhî ve ulvî usulleri insanların hayatı­na da
uygulamalıdır. Bir peygamber bizzat kendi hayatıyla bu usullerin nasıl tatbik
edildiğini göstermelidir .O, sayısız insanların kafalarında, ilâhi mesaj ile
ilgili doğan soruları tatmin edici bir şekilde cevaplandırmalıdır. Bu mesajı
kabul edenlerin öğrenimini, eğitimini yapmalıdır, ki böylece örnek bir toplum
meydana gelsin. Kendisine ve Allah’ın mesajına (Kur’ân-ı Kerim’e) karşı çıkan ve
direnenlere karşı çetin bir mücadele ver­melidir; çünkü ancak bu şekilde şer
kuvvetler mağlup edilebilir. Bütün bu işler, İnsanlar arasında ve İnsanlar için
yapılacağından, insan değilse baş­ka hangi yaratık gönderilmeliydi? Bir meleğin
yapabileceği tek şey, mesa­jı insanlara ulaştırması olacaktı. Zira bir melek
emir kuludur ve kendisine verilen emrin dışına çıkamaz. O, insanların aklı ve
zekâsıyla bir işi başar­maya kadir değildir. İnsanlar arasında insan gibi
yaşayıp, İnsanlar gibi iş yapmak ve insanların hayatım Allah’ın rızasına göre
ıslâh etmek bir mele­ğin harcı değildir. Bunu yapsa yapsa bir insan yapabilirdi.
Nitekim öyle oldu.

7.2. PEYGAMBERLERİN İNSANLIK HALI

7.2.1. Hz. Adem
(a.s.) Bir insandı

“Sizi yarattık. Sonra size suret verdik. Sonra meleklere,
‘Adem’e sec­de edin’ dedik” (A’raf; 11)

Burada Cenab-ı Allah demek istiyor ki, önce Adem’i yaratma
plânını hazırladı, sonra bu plânı gerçekleştirme safhasına getirdi, bu safhada
insa­nın kıvamını hazırladı, bu kıvama insan vücudunun biçimini verdi ve bu
varlık tam insan şeklini alınca ona meleklerin secde etmelerini emretti. Hz.
Adem’e secde edilmişse Adem olması sıfatıyla değil, bütün insan ırkı­nın
temsilcisi olması bakımından edilmiştir. Bu husus, Kur’ân-ı Kerim’de bir başka
yerde daha net bir şekilde ifade edilmiştir.

“Hani Rabbin meleklere: ‘Ben çamurdan bir insan yaratacağım!
O’nu yapıp, içine ruhumdan üflediğim zaman ona secde ederek yere ka­panın’
demişti” (Sâd; 71-72)

Bu ayette de yukarıda bahsettiğimiz üç safha başka bir şekilde
anlatıl­mıştır. Yani, ilk önce toprak veya çamurdan bir insan heykeli yapıldı,
da­ha sonra yüz hatları, organları ve kuvvetleri arasında bir denge sağlandı ve
en son Allahu Teâlâ ruhunu, içine üfleyerek canlı bir insan haline ge­tirdi.
Aynı konu, Hicr sûresi üçüncü rükûda şöyle anlatılmıştır:

“O vakti hatırla ki, Rabbin meleklere: ‘Ben kuru bir çamurdan,
şekil­lenmiş bir balçıktan bir insan yaratacağım. Ben onu yaptığım, ona
Ru­humdan üflediğim zaman siz ona secde edin” (Hicr; 26-29)

7.2.2. Hz. Nuh’un
İnsanlık Hali

“Ben size, ‘Allah’ın hazineleri benim yakınımdadır demiyorum.
Gaybı da bilmem. Bir melek olduğumu da söylemiyorum. Gözlerinizin hor gör­düğü
mü’min kimseler hakkında, Allah onlara hiçbir hayır vermez de diyemem. Onların
içlerindekini en iyi bilen Allah’tır. Ben bunları söylersem şüphesiz zâlimlerden
olurum’ dedi”. (Hûd; 31)

Burada, peygamberlerin insan oluşuna itiraz edenlere iyi bir
cevap ve­rilmiştir. Hz. Nuh (a.s.)’un bir insan oluşuna hayret edenlere
deniliyor ki, kendisi elbette bir insandı. Hz. Nuh, itiraz edenlere diyor ki,
“ben insan­dan başka bir şey olduğumu iddia etmedim ki siz benden daha fazla bir
şey bekliyorsunuz. Ben gerçekten bir insanım. İddia ettiğim şey sadece Allah’ın
bana bilgi ve hidayet vermesidir.”

“Beni Allah ıslâh etmem ve doğru yol göstermem için
görevlendir­miştir. Bunun için beni istediğiniz gibi imtihan edebilirsiniz.
Fakat beni denemenizin yolları çok gariptir. Siz benden gaybın haberlerini
istiyorsu­nuz. Bazen bana öyle sorular soruyorsunuz ki benim İnsanlar gibi yiyip
içmeme itiraz ediyorsunuz. Bana söyler misiniz, ben hiç melek olduğumu iddia
ettim mi? Akide, iman, iyi ahlâk ve medeniyet hakkında size bilgi ve pratik
eğitim vermeye gelen bir kişiden ancak onun ihtisâs sahası hakkında sorular
sorabilirsiniz. Ama siz “falanca adamın ineğinin yavrusu er­kek mi olacak yoksa
dişi mi olacak” diye soruyorsunuz. Sanki insanların iman ve ahlâkının, ineğin
erkek veya dişi yavru doğurmasıyla bir ilgisi var gibi!’

“Kavminden küfreden bir cemaat; ‘Bu ancak sizin gibi bir
insandır. Sizin üzerinize üstünlük kurmak isliyor. Eğer Allah dileseydi melekler
in­dirilirdi. Biz evvelki alalarımız zamanından böyle bir şey işitmedik. O,
herhalde kendisinde cinnet olan bir kimsedir. Bir müddet O’nu gözetleyi­niz
dediler”. (Mü’minûn; 24-25)

Doğru yoldan sapmış olan hemen hemen bütün İnsanlar, bir insanın
peygamber olamayacağı görüşünü paylaşırlar. Bu sebepten dolayıdır ki, Kur’ân-ı
Kerim sık sık bu cahil fikri tekzip etmiş, bütün peygamberlerin insan olduğunu
ve insanların hidayeti için insanlara ihtiyaç duyulduğunu kuvvetle ifade
etmiştir:

“Bunun üzerine kavminden kâfir olan bir cemaat, ‘Biz seni bizim
gibi bir insan olarak görüyoruz. Ve sana tâbi olanları bizim basit ve en aşağı
tabakalarımızdan görüyoruz. Sizin bizim üzerimize bir üstünlüğünüzü görmüyoruz.
Bilâkis sizi yalancılar zannediyoruz”. (Hûd; 2)

Gördüğünüz gibi, bu itiraz aynen Mekkeli kâfirlerin ileri
sürdüğü itirazdır. Mekke’liler de aynı şekilde, Hz. Muhammed(a.s.)’in tıpkı
kendi­leri gibi, olağan bir insan olduğuna, yiyip içtiğine, uyuyup kalktığına ve
aile sahibi olduğuna itiraz ederlerdi.

“Sizden bir adama, Rabbiniz tarafından sizi azaptan sakındırmak
(in­zar) için nübüvvet gelmesine taaccüb mü edersiniz? Ondan sakının ki, rahmet
olunasınız”  (A’râf; 63)

7.2.3. Hz. Hûd
(a.s.) da İnsandı

“Dünya hayatında kendilerine nimet verdiğimiz halde, küfredip
ahi­rete kavuşmayı yalanlayan o peygamberin kavminden ileri gelen bir güruh,
‘bu, âncak sizin gibi bir beşerdir. Yediğinizden yiyor, içtiğinizden içiyor” (Mü’minûn;
33)

“Eğer siz kendiniz gibi bir insana itaat ederseniz, o zaman
hüsrana itişenlerden olursunuz” (Mü’minûn; 34)

Kur’ân-ı Kerim’i tefsir edenlerden bazısı, yukarıdaki ayetlerden
Hz. Hûd’un kavminin ileri gelenlerinin bu sözleri aralarında söylediklerini
sanmışlardır. Ama biraz dikkat edildiğinde, bu sözlerin halka söylendiği ortaya
çıkar. Mesele şuydu. Hz. Hûd (a.s.)’un ümmetinin hâkim sınıfı ve eşrafı,
kitlelerin, Allah’ın peygamberinin çekici kişiliğine ve etkileyici
ko­nuşmalarına kendilerini kaptıracaklarını ve böylece sahip bulundukları maddi
ve manevî menfaatlerden vazgeçmeleri gerekeceğini tahmin edince halkı yanıltmaya
ve kandırmaya çalıştılar. Onlar halka şöyle diyordu: “Ar­kadaşlar, siz neyin
peşine koşuyorsunuz? Peygamberlik, diye bir şey yok­tur. Bu adam sadece maddi
ikbal ve iktidar peşindedir. Amacına ulaşmak için de böyle şeyler uydurmuştur.
Arkadaşlar, biraz düşünün; bu adamın sizden nesi üstündür? Bu tıpkı sizin gibi
etten, kemikten yapılmıştır. Sizin yediğinizi yer, sizin içtiğinizi içer. Farklı
olan tarafı nedir? Hiç… O zaman bu neden sizden daha büyük olsun, neden size
emirler versin?” Bütün bu konuşmaların ortak bir yanı vardı. Bütün yöneticiler
Allah’ın kullarına hükmetmeyi, onlar üzerinde egemenlik kurmayı sadece
kendilerinin bir hakkı sayıyorlardı. Kendilerinin insan olduğuna ve yeme, içme
ihtiyacını duyduğuna herhangi bir itirazları yoktu. Zira, hakimiyet ve liderlik
sıfatlarının sadece kendi haklan olduğunu sanıyorlardı. Bu hususta insan
ol-malan yadırganacak bir şey değildi. Ama bir peygamberin insan oluşuna
şiddetle karşıydılar. Çünkü, peygamberin sözünün geçmesiyle iktidarları­nın
tehlikeye gireceğini düşünüyorlardı. Asıl korktukları şey, iktidarları­nın bir
peygamber tarafından tehdit edilmesiydi.

“O, ‘ey kavmim, bende divanelik ve sefahat yoktur. Fakat ben
âlemlerin Rabbi tarafından (gönderilmiş) bir peygamberim. Sizi inzar et­mek için
sizden bir adama Rabbiniz tarafından nübüvvet gelmesi tuhafı­nıza mı gitti? Nuh
kavminden sonra sizi hükümdarlar yaptığını ve sizin halk arasında kuvvet ve
kudretinizi arttırdığını ve Allah’ın size olan ni­metlerini düşünün ki, felâh
bulasınız’ dedi” (A’râf; 67,69)

“Onlar dedi ki, ‘eğer Rabbimiz isteseydi, melekleri gönderirdi.
Onun için, gönderildiğin sebebi kabul etmiyoruz” (Secde; 14)

7.2.4. Hz. Salih
ve Şuayb (a.s.)’ın İnsanlık Hâlleri

“Onlar ‘Sen büyülenmişlerdensin. Sen de bizim gibi bir beşersin.
Eğer sözünde doğru isen, bize bir Mu’cize getir’ dediler” (Şuarâ; 153-154)

“Onlar: ‘Muhakkak sen büyülenmişlerdensin. Sen de bizim gibi bir
beşersin. Biz seni yalancılardan zannediyoruz” (Şuarâ; 185-186)

7.2.5. Hz. Musa
ile Harun (a.s.)’un Beşeriyeti

Fir’avn ve onun yandaşları, Hz. Musa ile Hz. Harun (a.s.)
hakkında şunları söylüyorlardı:

“Kavimleri bize hizmet ve kulluk eden, bizim gibi iki beşere
iman nu edecekmişiz’ dediler” (Mü’minûn; 47)

7.2.6. Bütün
Peygamberler Beşer (İnsan) dir

“Peygamberleri onlara: ‘Evet biz de sizin gibi insanız. Lâkin
Allah kullarından dilediğine (peygamberlik nimetini) ihsan eder’ dedi” (İbrahim;
11)

Bu ayette, Allah’ın peygamberleri demek istiyorlar ki, “şüphesiz
biz insanız. Ama Cenab-ı Allah bize Hak ilmini ve kâmil basireti ihsan
etmiş­tir. Bunda herhangi bir marifetimiz yoktur. Bu Allah vergisi bir şeydir.
Allah, kullarından kimleri isterse peygamberliğe getirebilir. Bize gelen ilahî
bilgilerin tümünü ne size aktarabiliriz ne de onlara göz yumabiliriz.”

“Onlar da: ‘Siz de bizim gibi insansınız. Bizi babalarımızın
ibadet et­tiği şeyden çevirmek istiyorsunuz. Öyleyse, bize apaçık bir hüccet
geti­rin”. (İbrahim; 10)

Burada, peygamberlere karşı olan, daha doğrusu, onların insanlık
ha­lini bir türlü kabul etmeyenlerin zihniyeti bir kerre daha ortaya konmuş­tur.
Bu adamlara göre, kendileri gibi insan olan, yediklerinden yiyen, iç­tiklerinden
içen, uyuyan, kalkan, çoluk çocuklara karışmış olan, açlık du­yan, susayan,
hasta olan, acı ve sevinç duyan, kısacası her beşerî zaafa sa­hip olan, buna
karşılık, fevkalâde bir tarafı olmayan bir kişi peygamber olamazdı. Allah ile
kelâm ettiği düşünülemezdi, meleklerin ona gelmesi imkânsızdı!

7.3. HZ. PEYGAMBER (A.S.) DE BİR
İNSANDI

Mekke kâfirleri, Hazreti Muhammed (a.s.)’in, bir insan olduğu
için peygamber olamayacağını ileri sürüyorlardı:

“Ve kâfirler: ‘Bu nasıl peygamber? Yemek yiyor ve çarşıda
geziyor” (Furkan; 7)

“Zalimler aralarında gizli meşveret edip: ‘Bu da sizin gibi bir
insan değil midir. Artık göz göre göre sihre inanıyor musunuz?’ derler” (Enbiya;
3)

7.3.1. Cahil
Düşünce Tarzı

Kur’ân-ı Kerim, Mekke kâfirlerinin bu cahil fikrini reddederek
diyor ki, bu yeni bir düşünce değildi. Bu cehâlet eskiden de süregelmişti. Eski
çağlarda da bütün cahil İnsanlar, bir insanın peygamber olamayacağını, bir
peygamberin de insan olamayacağını düşünürlerdi. Ümmetinin ileri gelenleri O’nun
peygamberliğini inkâr ederken Hz. Nuh (a.’s.)’a aynı şekil­de konuşmuşlardı:

“Kavminden küfreden bir cemaat ‘bu, ancak sizin gibi bir
insandır. Sizin üzerinize üstünlük kurmak isliyor. Eğer Allah dileseydi melekler
in­dirirdi. Biz evvelki atalarımız zamanından böyle bir şey işitmedik” (Mü’minun;
24)

Ad kavmi de aynı şeyi Hz. Hûd (a.s.) için demişti:

“Bu âncak sizin gibi bir beşerdir. Yediğinizden yiyor,
içtiğinizden içi­yor. Eğer siz kendiniz gibi bir insana itaat ederseniz, o zaman
hüsrana

düşenlerden olursunuz” (Mü’minun; 33-34)

“İçimizden her beşere (insana) tabi mi olalım?” (Kamer; 24)

Sadece bunlar değil, diğer milletler de kendi peygamberleri
hakkında aynı tavrı takınmışlardı. Kâfirler, “siz de bizim gibi insansınız” diye
pey­gamberleri tanımaktan kaçınıyor, peygamberler de kendilerine şu cevabı
veriyorlardı:

“Evet biz de sizin gibi insanız. Lâkin, Allah, kullarından
dilediğine (peygamberlik nimetini) ihsan eder” (İbrahim; 11)

7.3.2. Doğruyu
Bulmaktaki Engel

Bundan sonra Kur’ân-ı Kerim, böyle yanlış fikirlerin her devirde
in­sanların doğru yolu bulmalarını engellediğini ve dolayısıyla bu İnsanlar ve
kavimlerin Allah’ın gazabına uğradıklarını belirtiyor.

“Size bundan evvel kâfir olanların haberi gelmedi mi? Onlar
işledik­leri şeylerin vebalini tattılar. Onlara (âhirette de) acıklı bir azab
vardır. Bunun sebebi; kendilerine Mu’cizelerle, peygamberleri geldiğinde ‘bizi
bir insan mı doğru yola götürecek demeleridir. İnkâr edip yüz çevirdiler. Al­lah
da hiç bir şeye muhtaç olmadığını gösterdi” (Tegabun; 5-6)

“İnsanlara hidayet geldiğinde, onları iman etmelerinden alıkoyan
şu sözlerden başka bir şey yoktu: ‘Allah bir insanı mı peygamber olarak
göndermiştir?” (İsra; 94)

Yani her devirde cahil İnsanlar bir beşer (insan)in hiçbir zaman
peygamber olamayacağını düşünmüşlerdir. Oysa, her zaman normal İnsanlar
peygamber olmuşlardır.

Nitekim, Kur’ân-ı Kerim her zaman insanların Allah tarafından
pey­gamberliğe lâyık görülerek getirildiğini açık bir ifade ile anlatmıştır.
Za­ten insanlara doğru yolu göstermek için melek veya insanüstü varlıklara değil
yine kendileri gibi insanlara ihtiyaç vardır.

“Bizim, senden evvel gönderdiğimiz peygamber kendilerine,
vahyetti­ğimiz erkeklerdi. Eğer bilmiyorsanız Kitab ehline sorunuz. Biz, onları
ye­mek yemez birer ceset olarak yaratmadık. Onlar hayatta da ebedi kalıcı
değillerdir”.(Enbiyâ; 7-8)

“De ki eğer yeryüzünde de uslu uslu yürüyen melekler olsaydı,
elbet­te onlara gökten bir meleği elçi gönderirdik”.(İsra; 95)

“Senden evvel gönderdiklerimiz de, şehir halkından kendilerine
vah­yettiğimiz kişilerdi. Müşrikler yeryüzünde gezip dolaşıp kendilerinden
ev­velkilerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bakmazlar mı? Ahiret yurdu, ittika
edenlere daha hayırlıdır. Hâlâ bunu düşünüp anlamayacak mısınız?”. (Yusuf; 109)

Burada, çok geniş bir mevzu birkaç cümlenin içine
sığdırılmıştır. Bu konuyu biraz açacak olursak şöyle diyebiliriz. Bu cahil
İnsanlar senin söy­lediklerini dinlemiyorlar. Zira, onlara göre, aynı mahalle ve
şehirde do­ğan, aralarında yetişen, büyüyen, gençleşen ve yaşlılık sınırına
gelen bir kişinin birden bire Allah’ın elçisi olması akıl almaz bir iştir. Ne
var ki, on­lar ilk defa böyle düşünmüyorlar. Bu dünya kurulduğu günden beri
cahil insanların tavrı bu olmuştur. Bundan önce de bir çok defa Allah (cc.)
dünyaya çeşitli peygamberler göndermiştir. Bunların hepsi insandılar. Hiçbir
zaman, bir kişi birden bire bir şehirde ortaya çıkıp, “Allah beni peygamber
olarak gönderdi” dememiştir. Bu iş aniden ve beklenmedik bir şekilde olmamıştır.
Aksine doğru yoldan ayrılmış insanları ıslâh etmek üzere gönderilen, seçilen ve
görevlendirilen kişiler (peygamberler) hep in­sanların yaşadığı mahalle, kasaba
ve şehirlerdendi. Hz. Îsa, Hz. Musa, Hz. Nuh (a.s.) ne idiler? Doğaüstü ve
insanüstü varlıklar mı idiler, yoksa insan mı? Aklı başında olanlar, bu
peygamberlerin vaaz ve telkinlerini dinleme­yip dalalet ve kötülüklerinde ısrar
etmiş olan milletlerin kötü sonunu bil­mekte gecikmezler. Burada, bilhassa
Mekkelilerin dikkati, felâkete uğramış ve yerle bir olmuş milletlerin sonuna
çekiliyor ve deniliyor ki, “bakın, siz ticarî yolculuklarınız esnasında pek çok
memleketten geçiyorsunuz. Herhalde, Allâh’ın gazabına uğraşı olan Ad, Semûd,
Medyen ve Lût ka­vimlerinin harabelerini, tarihi kalıntılarını kendi
gözlerinizle görmüşsünüzdür. Siz onların durumundan ibret almadınız mı? Dünyada
sonları böyle olmuştur. Bir de âhiretteki cezalarını düşünün. Onun için, dünyada
yaşadığınız süre içinde doğru yolu bulun, kendinizi ıslah edin, Allah’a ve
Peygamberi’ne sarılın. Çünkü kimin durumu dünyada iyi ise âhirette de iyi
olacaktır.”

7.3.3. Gören İle
Kör Olanın Farkı

“De ki: ‘Ben size Allah’ın hazineleri benim yanımdadır ve gaybı
bili­rim demem. Ve ben size meleğim de demiyorum. Ancak bana vahyolunan şeye
tabi olurum’. De ki: ‘Görmeyenle gören bir olur mu? Hiç düşünmüyor musunuz?” (En’am;
50)

Bu ayette Hazreti Muhammed (a.s.)’in Şöyle demesi isteniyor.
Size anlatmak ve sunmak istediğim gerçekleri kendi gözümle gördüm. Ben bunları
adetâ yaşadım ve bu gerçekleri vahiy ile öğrendim. Bu hakikatler hakkında benim
öğrendiklerimi ve gördüklerimi siz bilemezsiniz. Siz bunlar hakkında esas
bilgiye sahip olmayıp, sadece tahmin yürüttüğünüz ve taklit ettiğiniz için bir
bakıma kör sayılırsınız. Yani gözleriniz benim gördüklerimi görmüyor. Ben
gözleri iyi gören bir kişi iken siz gözleri kör olansınız. Size üstünlüğüm varsa
bundan dolayı vardır. Yoksa maddi veya bedensel herhangi bir üstünlüğü yoktur.
Bende ne Allah’ın hazineleri var­dır, ne gaybın bilgisine sahibim ve ne de
insanlık zaaflarından yoksunum.

“Andolsun ki, senden evvel gönderdiğimiz peygamberlere de
zevceler ve evlâtlar verdik. Allah’ın izni olmadıkça peygamberler Mu’cize
getirme­ye kadir değildir”. (Ra’d; 38)

Bu, Hazreti Peygamber (a.s.)’e yapılan itirazlara bir cevaptır.
Mekke’li kâfirler, Hz. Muhammed (a.s.)’in çoluk-çocuk sahibi olmasını çok
yadırgı­yor, bir peygamberin bedensel ve cinsel hiçbir ihtiyacı olmaması
gerekti­ğini savunuyorlardı.

7.3.4. Peygamber
Bir Melek Olmalıydı

“Allah’ın peygamberleri onlara, önlerinden ve arkalarından
gelince, ‘Allah’tan başka kimseye itaat etmeyin’ dediler. Bunun üzerine onlar
dedi ki, ‘Rabbimiz isteseydi melekleri gönderirdi. Bu sebeple, sizin
söyledikle­rinize inanmıyoruz”. (Fussilet; 14)

Burada kâfirler demek istiyor ki, “Tanrı bizim dinimizi
beğenmeseydi ve bizi bundan vazgeçirmek için bir peygamber göndermek isteseydi,
bize meleklerini gönderirdi. Sen (Hz. Muhammed) melek değilsin ve bizim gi­bi
bir insansın, onun için, senin Allah tarafından gönderildiğine inanmıyo­ruz.”

7.3.5. “Peygamber
Büyük Bir Adam Olmalıydı”

“Ve şunu da söylediler: ‘Bu Kur’an, iki memleketin büyüklerinden
bir kimseye indirilseydi ya!”. (Zuhruf; 31)

Burada bahsedilen “iki memleket” Mekke ve Taif tir. Kâfirler
diyordu ki, eğer Allah gerçekten bir kişiyi peygamberlik rütbesine çıkarmak ve
ona Kitabını indirmek istemiş olsaydı, o zaman onların en büyük şehirleri olan
Mekke ve Taif in ünlü, tanınmış, zengin ve güçlü bir şahsiyetini bu göreve
getirirdi. Peygamber yapmak için Tanrı bula bula bir öksüz çocu­ğu mu buldu? Hem
de öyle bir çocuk ki, hiçbir miras devralmamıştır. Gençliği, çobanlık yapmakla
geçmiştir. Şimdi de geçimini zor sağlıyor. Karısının verdiği sermaye ile ticaret
yapıyor. O herhangi bir kabilenin rei­si değildir, ailesi de zengin bir aile
değildir. Mekke’de Velid bin Muğire ve Utbe bin Rabi’a ve Taif te Urve bin
Mes’ûd, Hubeyb bin Amr, Kinâne bin Abd’i Yâleyl gibi soylu ve varlıklı kabile
reisleri varken peygamber­lik, ismi cismi belli olmayan böyle bir kişiye mi
verilir? Mekke’liler işte böyle düşünüyorlardı. Onlar zâten bir “insan’ın
peygamber olacağına ihti­mal vermiyorlardı. Fakat Kur’ân-ı Kerim’de çeşitli
deliller ile ancak bir “insan’ın peygamber olacağı hususu tekrarlanınca ve
insanüstü bir var­lığın peygamber olamayacağı gerçeği ortaya konunca, kâfirler
bu defa ağız değiştirdiler ve başka türlü konuşmaya başladılar. Artık bir
insanın peygamber olmasına itirazları yoktu, ama istiyorlardı ki bu insan bir
hü­kümdar, nüfuzlu, zengin ve güçlü bir kişi olsun. Onlara göre, Hz. Muham­med
bin Abdullah (a.s.) bu ölçüye uymuyordu.

7.3.6. Hz.
Muhammed’in, Hayatını Kazanmasına İtirazlar

“Ve kâfirler, ‘Bu nasıl peygamberdir? Yemek yiyor ve çarşılarda
ge­ziyor? O’nunla beraber nezir olmak için neden bir melek indirilmedi?’
dediler”. (Furkan; 7)

Yani, bir kerre bir “insan’ın, peygamber olarak gelmesi garip
bir ha­disedir. Allah’ın mesajını etten, kemikten yapılmış, yemeye, içmeye
muh­taç olan bir insan yerine, bir melek getirmeliydi. Yine de, eğer bir insan
peygamberlik payesi ile seçilmişse, bu insan hiç olmazsa yeryüzündeki büyük
adamlar gibi, bir hükümdar, bir lider, bir kabile reisi olmalıydı, ki huzuruna
çıkmak için herkes can atsın ve zorla kabul edilsin. Fakat, bu ne biçim
peygamberdir ki, sıradan İnsanlar gibi cadde ve sokaklarda geziyor, çarşı,
pazarda alış veriş yapıyor. Sonra, yanında kırbaçlı ve heybetli bir melek
olmalıydı ki doğru yola gelmeyenleri cezalandırabilsin. Bu konuya şu aşağıdaki
ayette de değinilmiştir:

“Bizim, senden evvel gönderdiğimiz peygamberler de, yemek yer ve
çarşılarda gezerlerdi. Sizin bir kısmınızı bir kısmınız merine imtihan ve­silesi
kıldık. Sabreder misiniz (diye). Rabbin hakkiyle görendir”. (Furkan; 20)

Burada, Cenâb-ı Allah, Mekke kâfirlerine gereken cevabı
vermiştir. Mekke’liler Hz. Peygamber (a.s.)’in normal bir insan olduğuna,
sokaklar­da ve çarşıda gezmesine itiraz ediyorlardı. Burada şu tarihi gerçek de
unu­tulmamalıdır ki, Mekke’liler Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. İsmail, Hz. Musa
(a.s.) ve diğer bazı peygamberler hakkında bilgi sahibiydiler, halta onların
peygamberliğini de kabul ediyorlardı. Peki, bu peygamberler insan değil
miydiler? Hz. Muhammed (a.s.)’in insan oluşuna niçin bu kadar şiddetle
karşıydılar? Dünyaya daha önce gelen peygamberler yemek yemiyor, çar­şı pazarda
gezmiyorlar mıydı? Bırakalım başka peygamberleri, sadece Hz. Îsa’nın durumunu
ele alalım. Meryem oğlu Îsa (a.s.)’ı Hıristiyanlar Allah’ın oğlu ilân etmişler,
Mekke’liler de O’nun putunu Kâbe’ye koymuşlardı. Ve İncil’de de Hz. Îsa’nın
normal bir insan gibi yemek yediği ve sokaklarda gezdiği kayıtlıydı. İşte bu
nedenle, Cenab-ı Allah burada önceki peygam­berler ile Hz. Muhammed(a.s.)’in
durumları arasında mukayese yapıyor ve Mekke’lilerin garip tutumunu kınıyor.

“Bizim, senden evvel gönderdiğimiz peygamberler kendilerine
vah­yettiğimiz erkeklerdi. Eğer bilmiyorsanız Kitab ehline sorunuz. Biz, onları
yemek yemez birer ceset olarak yaratmadık. Onlar hayatta da ebedi kalıcı
değildirler” (Enbiyâ; 7-8)

Bu da, kâfirlerin, “bu adam da bizim gibi bir insandır”
sözlerine bir cevaptır. Mekke”li kâfirler, Hz. Muhammed (a.s.)’in insan oluşunu,
O’nun peygamber olamayacağına en büyük delil olarak gösteriyorlardı. Onun için
burada deniliyor ki, eski çağlarda peygamber olarak kabul ettiğiniz kişiler de
birer insandılar. Zaten beşer veya insan oldukları için Allah’ın vahyiyle
şereflendirilmişlerdi.

 

İlgili Makaleler