Diyanet İslam Ansiklopedisi

DİYANET ANSİKLOPEDİSİ MUHAMMED MADDESİ Hz Muhammed

II. Şahsiyeti

A) İsimleri.

Hz. Peygamber kendine has beş adının bulunduğunu, bunların Mu­hammed, Ahmed, Mâhî, Haşir ve Âkıb ol­duğunu, bu isimlerin daha önce kullanıl­madığını söylemiştir [153] Muhammed, Resûl-i Ekrem’in en çok bilinen adı olup “övgüye değer bü­tün güzellikleri ve iyilikleri kendinde top­layan kişi” anlamına gelmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de. “Muhammed ancak bir pey­gamberdir [154] “Muham­med sizin erkeklerinizden hiçbirinin ba­bası değildir.[155] “Rableri tarafından hak olarak Muhammed’e in­dirilene inananların günahlarını Allah ba­ğışlamıştır” [156]“Muham­med Allah’ın elçisidir [157] me­alindeki âyetlerde geçen bu isim aynı za­manda kırk yedinci sûrenin adıdır. Hz. Peygamber’in en çok kullanılan ikinci is­mi Ahmed’dir. Bu isim de “hamd” kökün­den türemiş olup “Allah’ı herkesten da­ha iyi ve daha çok öven; herkesten daha çok övülen” mânalarına gelmektedir. Ah­med ismi Kur’ân-ı Kerîm’de bir yerde geç­mekte ve burada, Hz. îsâ’nın İsrâiloğulla-n’na kendisinden sonra gelecek Ahmed adındaki peygamberi müjdelediği belir­tilmektedir.[158] Yuhanna İnci-li’ndeki Parakletos kelimesiyle de bu adın kastedildiği ifade edilmektedir.[159] Mâhî ismi küfrün onun eliyle yok edileceğini, Haşir kıyamet gününde insanların onun ardından giderek haşro-lacağını, Âkıb da kendisinden sonra hiç­bir peygamberin gelmeyeceğini bildir­mektedir. Resûlullah’ın yine kendi isim­lerinden olduğunu söylediği diğer adlar

arasında “nebiyyü’l-melhame” kendisi için savaşın meşru kılındığı peygamber [160] Mukaffî son pey­gamber, “nebiyyü’t-tevbe”ve”nebiyyü’r-rahme” (tövbe etmeyi ve merhametli ol­mayı insanlara öğreten) [161] bulunmaktadır. Hadislerde Resûl-i Ekrem’in daha başka adlarından bahsedilmesi, yukarıdaki beş İsmin sade­ce ona has olduğunu [162] öteki isimlerinin diğer peygam­berlere de verilebildiğini göstermekte­dir. Hz. Peygamber’in yaygın adlarından biri de Mustafâ olup “seçilmiş” anlamın­da bir sıfattır. Bir hadiste, “Allah Teâlâ, İbrahim’in çocuklarından İsmail’i seçti: İsmail’in çocuklarından Kinâneoğullarf-nı, Kİnâneoğulları’ndan Kureyş’i. Kureyş’-ten Hâşimoğullan’nı ve Hâşimoğullan’n-dan da beni seçti” [163] bir diğerinde, “Ben son peygamberim (âkıb), ben seçilmiş (mustafâ) nebîyim [164] denilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de Resûl-i Ek­rem için “müzekkir [165] “beşîr [166] “şâ-hid, mübeşşir, nezîr, dâî ilallah, sirâc [167] ve “rahmet [168] gibi isimler de zikredilmektedir. Abdullah b. Selâm, Tevrat’ta Allah’ın ona verdiği adlardan birinin “mütevekkil” ol­duğunu söylemektedir.[169] Bu konuda müstakil eserler kaleme alınmış olup Hz. Peygamber’in 300’ü aşkın adı ve sıfatı hakkında bilgi verilmiştir.

B) Şemaili ve Üstünlükleri (Hasâis).

Resûl-i Ekrem’in ilk bakışta İnsana güven veren bir görünümü olduğu belirtilmek­tedir. Nitekim Medine’ye hicret ettiği zaman onu ziyaret edip ilkdefa gören yahu-di âlimi Abdullah b. Selâm bu yüzün sa­hibinin yalancı olamayacağını söylemiş­tir.[170] Hz. Peygamber’in gü­zelliği kendisini görenleri etkilerdi. Onu tasvir etmek isteyen sahâbîler yüzünü aya, güneşe benzetmişler ve on dördün­cü gecesindeki aydan daha güzel olduğu­nu ifade etmişlerdir.[171]

Resûl-i Ekrem’in şemailini onun en ya­kınında bulunanlardan Hz. Ali, Enes b. Mâlik, Berâ b.Âzib gibi sahâbîler tasvir etmiştir. Bunlar arasında Resûlullah’ın terbiyesi altında yetişen üvey oğlu Hind b. Ebû Hâle’nin tasviri meşhurdur. Hind’in belirttiğine göre Allah’ın elçisi iri yapılı ve heybetliydi. Yüzü ayın on dördü gibi par­laktı. Uzuna yakın orta boylu, büyükçe başlı, saçları hafif dalgalıydı. Saçı bazan kulak memesini geçerdi. Rengi nûrânî be­yaz, alnı açık, kaşları hilâl gibi ince ve sık­tı. Burnu ince, hafifçe kavisliydi. Sakalı sık ve gür, yanakları düzdü. Bütün organ­ları birbiriyle uyumlu olup ne zayıf ne de şişmandı. Göğsü ile iki omuzunun arası genişçe, mafsalları kalmcaydı. Bilekleri uzun, avucu genişti. Yürürken ayaklarını yere sert vurmaz, sakin fakat hızlı ve va­karlı yürür, meyilli bir yerden iniyormuş görünümü verirdi. Bir tarafa döndüğün­de bütün vücuduyla dönerdi. Konuşma­dığı zaman daha çok yere doğru bakar ve düşünceli görünürdü. Arkadaşlarıyla yürürken onları öne geçirir, kendisi arka­dan yürürdü. Yolda karşılaştığı kimsele­re önce o selâm verirdi.[172]

Kur’ân-ı Kerîm’deve hadislerde dünya ve âhirette sadece Hz. Peygamberce ve onun ümmetine bazı meziyetlerin verile­ceği belirtilmektedir. Bu özel durum Re­sûl-i Ekrem’in diğer peygamberlerden, insanlardan ve hatta meleklerden üstün olduğunu ortaya koymaktadır. Allah Teâ-lâ’nın bütün peygamberlerden Resûl-İ Ekrem’e inanmaları ve kendisine yardım etmeleri için söz alması [173] onu bütün varlıklara peygamber gönde­rip rahmet vesilesi kılması [174] kendisini son peygam­ber olarak gönderip dini onunla tamam­laması [175] varlığının sadece inananların değil inanmayanların da dünyada ilâhî azapla yok olup gitmesine engel olması [176] Allah’ın insanlar içinde sadece onun adına yemin etmesi [177] diğer peygamber­lere adlarıyla hitapta bulunurken ona “ne­bi” ve “resul” diye yüceltici bir üslûpla hi­tap etmesi [178] sahâbîlerin ona birbirlerine ses­lenir gibi seslenmelerine izin vermemesi [179] onun bütün günahlarını bağışlaması [180]kıyamete ka­dar değişmeyecek olan Kur’ân-ı Kerîm’i ona vermesi [181] kendisini isrâ ve mi’rac ile şereflendirmesi [182] âhirette en yüksek de­rece olan vesîle, fazîle ve makâmı mah-mûdu, ümmetini âhiret sıkıntılarından kurtaracak olan şefaati sadece ona lüt­fetmesi kendisine olan üstün muhabbeti­ni ve ona verdiği şerefi göstermektedir. Cenâb-ı Hak, Resûl-i Ekrem’in ümme­tini en hayırlı ümmet kabul etmiştir.[183] Ümmetine ganimetler he­lâl, yeryüzü temiz ve mescid kılınmış [184] din konusunda kendilerine zorluk ve güçlük yüklenme­miş [185] en hayırlı gün olan cuma özellikle onlara tahsis edilmiş [186] yaptıkları az işe çok se­vap verilmiş [187] gönüllerinden geçen kötü dü­şünceler bağışlanmış [188] yeryüzünün şa­hitleri sayılmış [189] ve namazda bağladıkları saflar meleklerin safları gibi değerli kabul edilmiştir.[190]

C) Ahlâkı.

Hz. Peygamber kıyamete ka­dar gelecek insanlara örnek bir şahsiyet, davranışlarından ders alınacak bir reh­ber olarak gönderildiği için [191] hayatın her yönünü kapsayan üstün bir ahlâkla donatılmıştır.[192] Devlet başkanlığından aile reisliğine ka­dar her sahada üstün bir ahlâk ortaya koymuştur. İlâhî destek ve denetim al­tında bulunduğu ve gerektiğinde rabbi-nin yardımını gördüğü halde sıradan bir insan gibi hayatın bütün zorluklarını ya­şamıştır. Onun bütün hayatı kucaklayan bu tabii yaşama biçimi, ahlâkının her de­virde birbirinden farklı insanlar tarafından örnek alınabileceği inancını güçlen­dirmiştir.

Hz. Âişe, Resûlullah’ın ahlâkının Kur-‘an’dan ibaret olduğunu belirtmiş [193] Hz. Peygamberde Cenâb-ı Hak tarafından en güzel şekilde eğitildiğini ifade etmiştir.[194] Resûl-i Ekrem güzel ahlâk üzerinde özel­likle durmuş, ahlâkî erdemleri tamamla­mak için gönderildiğini söylemiş [195] ve yüzünü güzel yarattığı gibi huyu­nu da güzelleştirmesi için Allah’a dua et­miş [196] mükem­mel imanın güzel ahlâklı olmakla sağla­nabileceğini bildirmiştir.[197] Onun başkalarına tavsiye ettiği ahlâk ilkelerini hayatı boyunca uygulaması [198] bu ilkelerin daha çok benimsen­mesini sağlamıştır.

Hz. Peygamber’in insanları kendisine hayran bırakan özelliklerinden biri de herkese değer vermesi ve hiçbir şekilde nezaketi ihmal etmemesidir. Gördüğü insanlara ayırım yapmadan önce o selâm verir, erkeklerle tokalaşır, muhatabı elini bırakmadıkça o da bırakmazdı. Karşısın­dakine bütün vücuduyla dönerek konuşur ve muhatabı yüzünü çevirmedikçe Resûl-i Ekrem de çevirmezdi.[199] İnsanlara güzel söz söyler, guleryüz gösterir ve böyle dav­ranmanın sevap olduğunu söylerdi.[200] İki şeyden birini yapmakta serbest bırakıldığında kolay olanı tercih ederdi.[201] Kendisi binek üzerindeyken yanında bir başkasının yaya yürümesinden rahat­sızlık duyardı.[202] Kendisini evle­rine davet edenleri kırmaz ve gönülleri­nin hoş olması için orada nafile namaz kılardı. Birinin yanlış bir davranışını veya uygun olmayan kıyafetini gördüğü za­man utandırmamak için ona hatasını söy­lemez, bu uyarıyı başkalarının yapmasını tercih ederdi.[203] Ağzından çirkin söz çıkmaz, ahlâkı güzel olanın hayırlı insan olduğu­nu söylerdi.[204] Hayatın­da hiçbir kadını ve köleyi dövmemiş, şah­sına yapılan haksızlıktan dolayı intikam almamıştır.[205] On yıl boyunca hizmetinde bulunan Enes b. Mâ-lik’e bir defa bile kızmamış, yaptığı bir hata yüzünden onu azarlamamıştır.[206] Son derece edepliydi ve hayanın imandan olduğunu söylerdi. Bir şeyden hoşlanmadığının ancak yü­zünden anlaşıldığı, hanımların bazı özel hallerine dair sordukları sorulara cevap verirken oldukça zorlandığı belirtilmek­tedir.[207]

Hz. Âişe, Resûl-i Ekrem’in ahlâkından söz ederken onun kötülüğe kötülükle kar­şılık vermediğini, insanları bağışlayıp ku­surlarını görmezden geldiğini söyler.[208] Görgüsüz bedevilerin ka­ba davranışlarına rağmen bu davranışlar karşısında gülümsemekle yetinirdi.[209] Ganimet dağıtırken kendisine âdil davranamadığını söyleyen bir kimsenin saygısızlığına kızmakla beraber Hz. Mûsâ’nın daha ağır hakaretlere sabrettiğini belirterek tahammül göstermiş [210] Hu-neyn Gazvesi’nden dönerken ganimetleri bir an önce taksim etmesini isteyen be-devî Araplar’a kendisinin cimri olmadığı­nı, elinde sayılamayacak kadar çok mal bulunsa bile hepsini kendilerine paylaştıracağını ifade etmiştir.[211] Bir yolculukta mola verildiğinde Re­sûl-i Ekrem’in ağaca asılı kılıcını alarak, “Şimdi seni benim elimden kim kurtara­cak?” diyen bir bedeviye, “Allah kurtara­cak” diye cevap vermiş, bu cevabın şaşkınlığıyla kılıcını elinden düşüren bu şah­sa, “Ya şimdi seni benim elimden kim kurtaracak?” diye sorduktan sonra ken­disini serbest bırakmıştır.[212] Kö­tü isim yapmış biri dahi ziyaretine geldi­ğinde onu huzuruna kabul eder, kendisi­ne guleryüz gösterip ikramda bulunurdu.[213]

Resûlullah, şahsına yapılan kabalık­ları ve kusurları anlayışla karşılamakla birlikte tavsiye ettiği ibadetlerle yetinmeyip daha fazla ibadet yapmaya kalkı­şanları veya yapılmasında sakınca gör­mediği davranışlardan sakınmaya çalı­şanları hoş görmezdi. Onların. “Biz senin gibi değiliz: Allah senin bütün günahları­nı bağışlamıştır” demelerine öfkelenir ve Allah’tan en çok korkan ve O’nu en iyi bi­lenin kendisi olduğunu söylerdi.[214] Verdiği hükme itiraz edenlere, gereksiz soru soranlara ve âyetler üzerinde ihtilâfa düşenlere öfkelenirdi.[215]

Resûl-i Ekrem müslümanlara karşı çok merhametliydi. Yaptığı bazı nafile ibadet­leri onların da coşkuyla ifa ettiğini görün­ce bunların farz kılınabileceğini ve sonuç­ta müslümanların zor durumda kalaca­ğını düşünerek bu tür ibadetleri yapmak­tan vazgeçerdi.[216] Çocuklara da sonsuz bir şefkat gösterir­di; onları kucaklayıp öper, bağrına basar­dı.[217] Duada bulun­ması için kucağına verilen bebeklerin üs­tünü kirletmesini önemsemez [218] kız ve erkek torunlarını omuzuna alıp mescide gider, hatta onlar omuzunda iken namaz kılardı.[219] Namaz sırasında ağlayan bir çocuğun sesini duyunca namazı ça­buk kıldırırdı.[220] Kadın­ların hiçbir şekilde incitilmesini istemez­di. Kur’ân-ı Kerîm’de onun müminlere olan düşkünlüğünden, şefkat ve merhametinden söz edilmiş, müslümanların sı­kıntıya uğramasının onu çok üzdüğü bil­dirilmiştir.[221]

Hz. Peygamber son derece cömertti. Kendisinden bir şey istendiği zaman ona çok ihtiyacı da olsa verirdi. Bir defasında yamaçta yayılan koyun sürüsünü görüp birkaç koyun isteyen bedeviye bütün sürüyü vermişti.[222] Bir hanımın kendisi için do­kuduğu bir kumaşı onun üzerinde göre­rek isteyen sahâbîye hemen çıkarıp hedi­ye etmişti [223] Sahâbî-lerin belirttiğine göre özellikle ramazan aylarında “yağmur yüklü rüzgâr”dan da­ha cömert olurdu.[224] Yardıma ihtiyacı bulunan herkesin yar­dımına koşar, yetimlerle ilgilenilmesini teşvik eder. du! kadınlara ve yoksullara yardım edenlerin Allah yolunda cihad et­miş gibi sevap kazanacağını söylerdi. Kö­lelerin bir emanet olduğunu ifade ede­rek köle sahiplerinin yediklerinden onlara da yedirmesi, giydiklerinden giydirmesi gerektiğini belirtir ve güçlerinin yetme­yeceği işlerin onlara yaptırılmamasını İs­terdi.[225] İlk vahiy sırasında duyduğu bazı en­dişeleri gidermek isteyen Hz. Hatice ken­disine “Sen akrabanı koruyup gözetirsin, konuştuğun zaman dosdoğru konuşur­sun, işini görmekten âciz olanlara yardım edersin, fakirlerin eiinden tutarsın, misa­firi ağırlarsın ve haksızlığa uğrayan kim­selere arka çıkarsın” demişti.[226]

Düşmanları bile Resûl-i Ekrem’in üs­tün şahsiyetini övmek zorunda kalırdı. Ebû Süfyân, ticaret için gittiği Suriye’­de Bizans İmparatoru Herakleios’un Pey­gamber hakkındaki sorularına cevap ve­rirken onun en belirgin özelliklerinin doğ­ruluk, iffet, ahde vefa ve emanete riayet olduğunu söylemişti.[227] Dürüstlüğüyle tanındığı için Kur’an’da da belirtildiği gibi İslâm karşıt­ları onu yalanlayamamış ve Allah’ın âyet­lerini inkâr etmeye yeltenmişlerdi.[228] Hz. Peygamber, toplumun hakları söz konusu olduğunda suçlu kim olursa olsun onu bağışlamaz, bu husus­ta kimsenin aracılığını kabul etmez, suç­lu kendi çocuğu dahi olsa onu cezalandı­racağını söylerdi.[229] İstemeden birinin canını yaktığında ona kısas yapma yetkisi tanır­dı.[230] Resûl-i Ek­rem’e ödünç deve veren bir bedevî deve­sini kaba bir üslûpla geri isteyince sahabîler ona haddini bildirmek için harekete geçmişler, fakat Hz. Peygamber, “Alacak­lının konuşma hakkı vardır” diyerek on­ları teskin etmiş ve bedeviye daha iyi bir deve verilmesini söylemiştir.[231] İs­lâmiyet’e ve Resûlullah’m şahsına karşı ağır hakarette bulunanlar onun huzuruna çıkıp müslüman olduklarında canları teminat altına alınırdı.[232] Resûl-i Ekrem cesaretiyle de tanınmıştı. Bir gece Medine’de korkunç bir ses duyulmuş, birçok kimse baskına uğradıkları korkusuna kapılınca o kılıcını alıp bir ata binmiş, şehrin etrafını tek ba­şına dolaşarak müslümanlara endişe ede­cek bir şey olmadığını haber vermişti.[233]

D) Günlük Hayatı ve İbadeti.

Hz. Pey­gamber Mekke’de Önce dedesinin, ardın­dan amcasının himayesinde büyümüştü. Bir ara çobanlık yapmış ve ticaretle uğ­raşmış, nihayet zengin bir hanım olan Hz. Hatice ile evlenmişti. Medine’ye hicret et­tiğinde herhangi bir mal varlığı yoktu. Di­ğer muhacirler gibi o da bir süre ensarın yardımıyla geçindi. Bedir Gazvesi’nden sonra nazil olan ve ganimetlerin beşte birinin Allah’a, resulüne, onun akrabala­rına, yetimlere, yoksullara ve yolculara ait olduğunu bildiren âyet [234] Peygamber ailesinin başlıca geçim yolu­nu belirlemiş oldu. Resûl-i Ekrem’e bü­yük hayranlık duyan, Uhud Gazvesi’nde Mekkeliler’e karşı onun yanında savaşan, bu savaşta ölmesi halinde Benî Nadîr ara­zisindeki hurma bahçelerinin tasarrufu­nu Resûlullah’a bıraktığını bildiren yahudi din âlimi, mühtedî sahâbî Muhayrîk en-Nadrî, Uhud Gazvesi’nde ölünce bahçele­rinin geliri Resûl-i Ekrem’e kaldı. Mekke-liler’le gizli bir anlaşma yapan Benî Nadîr Yahudilerinin Medine’den sürgün edil­mesi üzerine Hz. Peygamber ailesinin yıl­lık geçimine yetecek kadar miktarı onla­rın topraklarında yetişen ürünlerden al­maya başladı.[235] “Fey” denilen bu tür gelirlere fethedilen yerlerden alınan bazı mallar, Hayber ve Fedek arazilerinden gelen yıllık ürünün belli bir miktarı da ilâve edildi.

Böylece Medine’ye geldikten bir süre sonra maddî imkânlara kavuşan Resûl-i Ekrem malını müslümanların ihtiyaçları­na harcar, kendisi son derece mütevazi bir hayat sürerdi. Rızkının ailesine yete­cek kadar olmasını ister, canı ve malı em­niyette, vücudu sıhhatte, günlükyiyeceği yanında bulunan kimseyi bahtiyar sayardı.[236] Elde ettiği geliri hemen ihtiyaç sa­hiplerine dağıttığı için bazan birkaç gün yemek yemediği, gün boyu aç kaldığı, evinde bir iki ay boyunca yemek pişme-diği olurdu. Kendisi ve ailesi buğday ek­meğini pek nâdir görür, çok defa arpa ekmeği yer, bununla bile iki gün arka ar­kaya karınlarını doyuramazlardı.[237] Hz. Peygamber’in vefa­tı sırasında, daha önce bir yahudiye zır­hını rehin bırakarak aldığı 30 ölçek arpa­dan geriye pek az bir şey kalmış, [238]tereke olarak da sadece bir katırla silâhı yanın­da sadaka olarak ayırdığı bir araziyi bı­rakmıştı.[239] Onun bu kadar sade yaşamasının sebebi dünya­nın insanı cezbeden güzelliklerine değer vermemesiydi. Uhud dağı kadar altını ol­sa borcunu ödeyeceği miktarı ayırıp geri kalanı üç gün içinde dağıtacağını söylerdi.[240] Yatağının yüzü tabaklanmış deriden, içi de yumuşak hurma lifindendi.[241] Daha çok bir hasırın üzerin­de yatar, hasırın vücudunda iz bırakması sahâbîlerini üzdüğü halde kendisi buna aldırmazdı.[242] Oturması için kendisine minder verildiğinde minde­ri bir başkasına verip yere oturmayı ter­cih ederdi.[243] Kendisi­ni ashabından üstün görmez, onların yap­tığı işi o da yapardı. Hendek Gazvesi’nde hendek kazılırken kendisi de çalışmış. Ku-bâ Mescidi ve Mescid-İ Nebevi inşa edilir­ken sırtında toprak ve kerpiç taşımıştı.[244]

Evinin, ailesinin işlerini kendi görür, bu konuda kimsenin yardımını kabul etmez­di. Evde bulunduğu saatlerde ev işlerine yardımcı olurdu.[245] Genç bir hanım olan Hz. Âişe’nin arkadaşlarıy­la birlikte eğlenmesine, mescidde yapılan bazı gösterileri seyretmesine izin verirdi.[246] Önüne getirilen yemekte kusur aramazdı; hoşu­na giderse yer, gitmezse yemezdi.[247] Yakınında bulunanla­ra ve komşularına karşı lütuf kârdı. İyi bir mümin olabilmek için komşularına iyi davranmak, onları rahatsız etmemek, kendisi için istediğini onlar için de iste­mek, komşusunun güvenini kazanmak, pişirdiğinden komşusuna ikram etmek gerektiğini söylerdi.[248]

Hz. Peygamber ibadet etmekten de­rin bir zevk alır. İslâmiyet’in temeli olan namaz, zekât, hac ve oruç gibi ibadetle­re büyük önem verirdi.[249] Bazan ayaklan şişinceye kadar namaz kıldığı olurdu .[250] Ba­zan her namaz için abdest alır, bazan da bir abdestle birkaç namaz kılardı. Farz­lardan önce veya sonra sünnet namazla­rı kılar, sabah namazının sünnetine hep­sinden fazla ihtimam gösterirdi.[251] Gecenin bir kısmında uyur ve dinlenir, özellikle son üçte birinde uyanıp doğrulur ve gökyüzü­ne bakarak ÂM İmrân sûresinin son on bir âyetini okur, ardından sonuncusu vi­tir olmak üzere dokuz, on bir veya on üç rek’at namaz kılardı.[252] Yoiculuk sırasında bine­ğinin üzerinde de nafile namaz kılardı. Ramazan ayının son on gününde mescid-de itikâfa çekilerek bütün vaktini İbadetle geçirirdi.[253]

Resûl-i Ekrem ramazan dışındaki oruç­larında bazan bir ay boyunca hiç oruç tut­mayacağını düşündürecek kadar oruca ara verir, bazan da oruca hiç ara verme­yeceği sanılacak kadar uzun süre oruç tu­tardı; ancak şaban ayının tamamına ya­kınını oruçlu geçirirdi. Zaman zaman hiç iftar etmeden ardarda oruç tutar (savm-i visal), bu sırada kendisini Cenâb-ı Hakk’ın yedirip içireceğini söyler, ancak açlığa da­yanamayacakları gerekçesiyle başkaları­nın bu şekilde oruç tutmasına izin ver­mezdi.[254] Zekâ­ta tâbi olacak kadar bir maiı evinde iki üç günden fazla tutmadığı için hiçbir zaman zekât mükellefi olmadı. Hayatının son yı­lında Veda haccı diye bilinen İlk ve son haccını yaptı. Her yıl ramazan ayında Ceb­rail ile o güne kadar inen âyetleri birbir­lerine okurlardı.[255] Resûl-i Ekrem her gün Kur’ân-ı Kerîm’in bir kısım sûrelerini, yatmadan önce Secde ve Mülk veya İsrâ ve Zümer sûrelerini okurdu.[256] Kendisi veya bir başkası rahatsızlandığı zaman ise Muavvizeteyn gibi bazı sûre ve âyetleri okurdu .[257]

Allah’ı her durumda anıp zikreden Hz. Peygamber’in [258] gün­lük dua ve zikirleri vardır. Her gün yetmiş defadan fazla tövbe ve istiğfar etti­ğini söyler, yerken ve içerken, evine girer­ken ve çıkarken, yatarken ve kalkarken, el­bisesini değiştirirken çeşitli dualar okur­du. Dua etmek için belli bir zamanı seç­memekle beraber gündüz ve gecenin çe­şitli saatlerinde, özellikle geceleyin iba­det etmek için kalktığında ve Baki’ Me-zarlığı’na gittiğinde uzun uzun dua ederdi.[259]

Resûl-i Ekrem’in ibadetleri ölçülüydü. Ashabına güçlerinin yettiği kadar ibadet yapmayı tavsiye eder, Allah katında en değerli ibadetin az da olsa devamlı yapı­lanı olduğunu söylerdi.[260] Bir gecede Kur’ân-ı Kerîm’i hatmet­mek, sabaha kadar namaz kılmak, rama­zan dışında bütün bir ay oruç tutmak gi­bi bir âdeti yoktu [261] Hz. Peygamber’in ne kadar ibadet ettiğini onun eşlerinden sorup öğrenen üç sahâbî gü­nahları bağışlandığı için onun ibadette aşırıya gitmediğini, kendilerinin ise daha çok İbadet etmeleri gerektiğini düşün­müş, biri hayatı boyunca bütün gece na­maz kılacağını, diğeri her gün oruç tuta­cağını, bir diğeri de ibadetini kesintiye uğratmamak için evlenmeyeceğini söy­lemişti. Resûl-i Ekrem onlara Allah’tan en çok korkan ve O’na en üstün saygıyı besleyenin kendisi olduğunu, bununla be­raber bazan oruç tutup bazan tutmadı­ğını, hem namaz kıldığını hem uyuduğu­nu, kadınlarla da evlendiğini söyleyerek verdikleri kararın yanlış olduğunu bildir­mişti.[262] Genç sahâbî Abdullah b. Amr b. Âs’ı eşini bile ihmal edecek derecede ibadete düşkünlüğün­den dolayı uyarmış, ona vücudunun, gö­zünün, ailesinin ve misafirlerinin de ken­disi üzerinde hakkı olduğunu hatırlata­rak bazan oruç tutup bazan tutmaması­nı, bazan namaz kılıp bazan uyumasını tavsiye etmişti.[263]

E) Eşleri ve Çocukları.

Resül-İ Ekrem’in ikisi câriye (Mâriye ve Reyhâne) olmak üzere değişik zamanlarda on iki hanımı oldu. Hatice. Zeyneb ve Reyhâne kendi­sinden önce vefat etti. Hz. Hatice, Resû-lullah’ın ilk eşi ve İbrahim dışındaki bü­tün çocuklarının annesidir. Resûlullah’a ilk inanan kadın olması ve İslâmiyet uğ­runda bütün servetini ortaya koyarak Al­lah’ın elçisini desteklemesi onun en Ön­de gelen özellikleridir. Hatice’nin vefatın­dan sonra Hz. Peygamber ilk müslümanlardan beş çocuk annesi Şevde bint Zern’a ile evlendi ve üç yıl boyunca sadece onun­la evli kaldı. Şevde Resûl-i Ekrem’den beş hadis rivayet etmiştir. Resûlullah’ın ba­kire olarak aldığı tek eşi hicretin 2. yı­lında evlendiği Hz. Aişe’dir. Âişe, ensâb ilmini ve Arap edebiyatını iyi bilen Hz. Ebû Bekir’in kızı olarak ilim ve kültür at­mosferinde yetişti, müminlerin anneleri sayılan Peygamber eşleri arasında onun Özel hayatının bilinmesine en büyük kat­kıyı sağladı ve en çok hadis rivayet eden yedi sahâbî arasında yer aldı. Resûl-i Ek­rem, hicretin 3. yılında (625) Hz. Ömer’in yirmi yaşında dul kalan kızı Hafsa ile ev­lendi. Hafsa Resûl-i Ekrem’den altmış ha­dis rivayet etmiştir. Hz. Peygamber aynı yıl Zeyneb bint Huzeyme ile evlendi. Üç (veya sekiz) ay sonra vefat eden Zeyneb hadis rivayet etmemiştir. Ertesi yıl Habe­şistan muhacirlerinden yaşlıca bir hanım olan Ümmü Seleme’yi nikahladı. İlim ba­kımından Hz. Âişe’den sonra gelen ve ha­nımlarından en son vefat eden Ümmü Se­leme 378 hadis rivayet etmiştir. Resûl-i Ekrem, hicretin 5. yılında (627) yapılan Benî Mustalik Gazvesi’nde esir düşen ve savaşta kocası ölen Cüveyriye bint Hâris’in fidyesini ödedikten sonra ona evlenme teklif etti ve kabilelerine mensup bir ha­nımın Resûlullah ile evlenmesi onların İs­lâmiyet’i benimsemesini sağladı. Cüvey­riye yedi hadis rivayet etmiştir. Hz. Pey­gamber aynı yıl, kocası Zeyd b. Hârise1-den boşanan halasının kızı Zeyneb bint Cahş ile, “Onu sana nikahladık” âyetinin [264] işaretiyle evlendi. Zey­neb yirmi hadis rivayet etmiştir. Resûl-İ Ekrem’in, Benî Kureyza Gazvesi’nde [265] esir alınanlar ara­sında bulunan Reyhâne bintŞem’ûn’u câriye edindiği rivayeti yanında kendisini azat edip nikahladığı da kaydedilmekte­dir. Hicretin 7. yılında (628), ilk müslü-manlardan olup kocasıyla birlikte Habe­şistan’a hicret eden, kocası orada hıristi-yan olunca gurbet elde kalan, Kureyş ka­bilesinin reisi Ebû Süfyân’ın kızı Ümmü Habîbe ile evlendi. O da Hz. Peygamber1-den altmış beş hadis rivayet etmiştir. Re-sûl-i Ekrem, daha sonra Hayber Gazve-si’nde esir alınan ve ikinci eşi bu savaşta ölen Safıyye bint Huyeyy’i nikâhı aitına al­dı. Safiyye on hadis rivayet etmiştir. Aynı yıl, başından iki evlilik geçen Meymûne bint Haris ile evlendi. Meymûne yetmiş altı hadis rivayet etmiştir. Resûlullah ve­fat ettiğinde geride dokuz eşi kalmıştır [266] Onun nişanlanıp nikâh kıymaktan vazgeçtiği ve nikahladığı hal­de bazı sebeplerle beraber olamadığı ba­zı hanımlarla ilgili rivayetler de nakledil­mektedir.[267]

Hayatının yaklaşık son on yılına kadar tek evli olarak yaşayan Hz. Peygamber’in bundan sonraki evliliklerinin her biri özel sebeplere dayanmaktadır. Bunları başlı­ca dört noktada toplamak mümkündür.

1. Dine son derece bağlı bazı müslüman hanımları kocaları ölüp dul kalmaları üze­rine himaye etmek.

2. Araplar arasında evlilik konusunda yerleşmiş yanlış bazı âdetleri fiilî örnekle değiştirmek.

3. Bir kabileden veya aileden kız alarak bu yolla İslâm toplumunun kaynaşıp bütünleşme­sini sağlamak.

4. Kadınları ilgilendiren ba­zı özel bilgileri hanımları vasıtasıyla diğer. Hz. Peygamber’in dördü erkek, dördü kız olmak üzere sekiz çocuğu olmuş, oğul­larının sayısının üç olduğu da söylenmiş­tir. Peygamberlikten önce doğan ve ken­disinin Ebü’l-Kâsım künyesiyle anılması­na sebep olan ilk oğlu ve ilk ölen çocuğu Kâsım’ın ne kadar yaşadığı konusunda ihtilâf vardır.[268] Onun ar­dından sırasıyla Zeyneb, Rukıyye, Ümmü Külsûm ve Fâtıma doğdu. Oğulları Tay-yib ile Tâhir peygamberlikten önce vefat etti. Tayyib ile Tâhir’in iki ayrı çocuk de­ğil Abdullah adlı bir oğlunun lakapları ol­duğu da rivayet edilmiştir.[269] Cariyesi Mâriye’den 8. yılda (630] doğan oğlu İbrahim on sekiz ay ya­şadıktan sonra öldü. Resûl-i Ekrem’in so­yu, kendisinden altı ay kadar sonra vefat eden küçük kızı Fâtıma’dan olma torun­larıyla devam etmiştir.

Bibliyografya :

el-Muuatta\”Nikâh”, 20, “Hüsnü’I-huluk”, 8; Müsned, 1, 403; II, 381; IV, 395, 404; VI, 25, 68, 155, 256; Dârimî, “Mukaddime”, 2, 10; Bu-hârî, “Cum’a”, 1, “Bed’ü’1-vahy”, 5, 7, “îmân”, 2,13, 22, 43,”Vudüs”,59, “Hayız”, 13,14,”Te­yemmüm”, l,”Şalât”,a, 59, 106, “Ezan”, 14, 16, 65, “Ideyn”, 2, “Taksir”, 7-10, “Teheccüd”, 1,5, 10, 16, 20, 27,”Cenâ:’iz”,28, 32, “kare”, 11, “Şavm”, 20, 48-50, 52,53, 54-59, “İ’tikâf”. 1, MBüyûc”, 34, “Vekâlet”, 5, 6, “Müsâkât”, 6-8, “Hibe”, l,”Şehâdât”,6,”Şulh”, ll,”Veşâ-yâ”, 1, “Cihâd”, 24, 34, 82, 84, 89, 161, “Far-zü’1-humus”, 3, 5, 19, “Enbiyâ1”, 50, “Menâ-kıb”, 17, 23, “Fezâ’ilü aşiıâbi’n-nebî”, 18, “Me-nâkıbü’l-enşâr”, 20, “Meğazî”, 14, 23, 56,”Tef­sir”, 3/17-20, 61/1, 33/7, “FeZâ’ilü’l-Kur^ân”, 7, “Nikâh”, 1, 80, “Nafakâf’, 1, 3, “Et’ime”, 21, “Libâs”, 18, “Edeb”, 24, 29, 31, 38, 39, 48, 61, 68,72, 77,81,90,95, “İstilân”, 30, “Daca-vât”,3,”Rikâk”, 17,18,20,”Eymân”, 15; Müs­lim, “îmân”, 71-75, 201, 252, 299, “Hayız”, 117, “Mesâcid”;3,4, “Müsâfırîn”, 69, 74, 78, 79, 94, 96, 105, 121, 139,143,215-221, 304, Sll/’Cum’a”, 17-22, “Cenâ’iz”, 60, “Zekât”, 31,”Şıyâm”, 55-61, 172-180,”Müsâkât”, 120, “Cİhâd”, 98, “Selâm”, 50, 51, “Fezâ’Ü”, 1,51, 77, 79, 109, 124, 125, 126, 127, 128, 138, “Birr”, 142, “‘İlim”, 2, “Zikir”, 42, “Zühd”, 22, 34, 36, 41; Ebû Dâvûd, “Tereccül”, 8, “Diyât”, 14, “Sünnet”, 15, “Edeb”, 1,4, 127, 128; Tir-mizî. “Şıfatü’l-kıyâme”, 42, 46, “Menâkıb”, 1, “Radâc”, 11, “Birr”, 28, 36,69, “Zühd”, 34, 38, 44, “Fezâ’İIü’l-Kur’ân”, 9, 21; ibn Mâce, “İkâ­me”, 174;Nesâî. “Kıyâmü’1-leyl”, n/’Cenâ’iz”, 103, “Tahrîrrr.g/lsti’âze”, l,”Kasâme”, 23, 24; İbn Sa’d. et,-Tabakât,!, 422; VIII, 52-140; Belâzürî, Ensâb, I, 405; Taberânî, et-Mu’cemü’l-/cebîr(nşr. Hamdî Abdtilmecîd es-Selefî), Musul 1404/1983, XXII, 155-156; İbn Fâris, Esmâ’ü Resûiillâh ve me’ânîhâ (nşr. Mâcld ez-Zehebî], Kuveyt 1409/1989; İbn Abdülber, d-/stftâ5(Bİ-câvî), IV, 1819; Beyhaki, Şu’abü’l-îmân (nşr. M. Saîd b. BesyûnîZağlûl), Beyrut 1410/1990, II, 154-155; Nevevî, es-S’tretü’n-nebeüiyye (nşr. Abdürraût Ali – Bessâm Abdülvehhâb el-Câbî], Dımaşk 1400/1980, s. 28-30, 32-33; Abdüi­mü’min b. Halef ed-Dimyâtî, Kitâbü Nisâ’İ Re-sülillâh şallallâhü ‘aleyhi ve sellem ve eulâ-dühû ue men sâlefehû min Kureyş ue hule-fâ’ihim ve ğayrihim (nşr. Fehmî Sa’d), Beyrut 1409/1989; Mizzî. Tehzîbü’l-Kemal, 1, 191; Ze­hebî, A’lâmü’n-nübeiâ’, II, 109-223. 227-269; Heysemî, Mecmatu’z-zeuâıid, Kahire 1407, VIII, 273-274; Süyûtî, er-Riyâzü’l-enîka fî şerhi esmâ’i hayri’l-hatîka (nşr. M. Saîd b. Besyûnî Zağlûl), Beyrut 1405/1985; Muhammed b. Yû­suf es-Sâlihî, Ezoâcil’n-Nebî (nşr. M. Nizâmed-din el-Füteyyih), Dımaşk 1413/1992, s. 31-33; Münâvî, Feyzil'{-kadir, I, 429; Şiblî Nu’mânî, is­lâm Tarihi: Asr-ı Saadet [trc. Ömer Rıza [Doğ­rul]), İstanbul 1347/1928, II, 842-1052; Tecrid Tercemesi, IX, 250-252; Ahmed eş-Şerebâsî, Ma’a esmâ’İ’l-Muştafâ, Kahire, ts. (Dârü’ş-şa’b); Ali Yardım, Peygamberimiz’in Şemaili, İstan­bul 1997, s. 51-53, 65-67; Salih b. Abdullah b. Humeyd – Abdurrahman b. Muhammed b. Ab-durrahman b. Mellûh. MevsCı’atü Nadrati’n-na’tm, Cidde 1420/2000,1, 194,415-519, 589-593; Celâl Yeniçeri, Peygamber, Devlet Başka­nı, Aile Reisi Hz. Muhammed ue Yaşadığı Ha­yat, İstanbul 1420/2000, s. 299-308; M. Ab-dülhay el-Kettânî. Hz. Peygamber’in Yönetimi: et-Terâtîbu’l-idâriyye (trc. Ahmet Özel), İstan­bul 2003, I, 576-577, 586-587, 602, 630; II, 150, 154; Asri Çubukçu, “Kasım”, DİA, XXIV, 538.  

Önceki sayfa 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14Sonraki sayfa